Hayırsız Kupa Valesi

Hayırsız Kupa Valesi

Lise yıllarını iskambil kartlarından kupa valesine aşk falı açarak harcamış bünyemle, şimdi otopark ararken “VALE” tabelası gördüğümde fena bozuluyorum. “Değnekçi” yaz. Hatta “deynekçi” yaz. Neden VALE? 

Bu otopark işleri de ülkemin nadide bölgeleri arasından bazılarında meşhurmuş. İstanbul’un belli bir bölgesinde bir yerde otopark işi yapabilmen için nüfus kütüğünde yazan yer önemliymiş. Meali şu: mafyası varmış işte… Ben bilmem, söyleyenlerin yalancısıyım.

Mesela bir bölge Malatyalı otoparkçılara diğer bir bölge Karadenizlilere aitmiş. Kısacası bölge-bölge paylaşılmış. Bölgeleri attım şu an. Otopark sektörüne hakim değilim. Sektörün kralı Karslılar ise, adımız geçmedi diye alınmasınlar lütfen.

Hayal ettim istişare toplantısını. Kelli felli adamlar, ellerinde tesbih, bellerinde beylik tabancaları harita üzerine eğilmiş paylaşım yapıyorlar. Maça Ağa’sı diyor ki bu bölge benim. Karadenizli baba diyor ki “Olmaz. Orası Aslı’ya yakın. Senelerce kupa valesine fal açtı. Bir hukukumuz, gönül bağımız var. Benim olacak oralar!

Hayır en kötüsü de arabayı teslim ederken para alıyor vicdansızlar. Gençliğimi sana ve iskambil kartlarına verdim diye haykırmak istiyorum. Bazı bölgelerin tarifesi de yüksek. “20 TL ablacım” diyeni var. 10 TL’ye abla tamam da, 20 ye bari “hanımefendi” de, hatta “Hanfendi” de, ona da razıyım.

Ya da yap bir abonman paket bana. Yıllık aidatı neyse vereyim.

Yalnızzz o zaman “Sultanım Hoş geldin”, “Majesteleri güle güle” şeklinde muamele isterim.

Son olarak aşkı fallarda arayan genç bünyelere önerimdir: Üzülmeyin kupası, maçası, sineği, karosu; fal niye açmadı diye. Şanslıysan, zamanı gelince o destede jokeri buluyorsun:)
Allah bahtınızı açık etsin.

Pıtır Pıtır Sevda

Pıtır Pıtır Sevda

Sevgililer günü münasebetiyle vıcık vıcık sevip sevilip koklaştınız mı?
Aferin size. Ben yapamadım bu sene. O sebeple de burun kıvırıp aman canım ne gerek var diyen güruha katıldım. En önde “Sevene Her gün Sevgililer Günü, bu kapitalist sistem oyunlarına kanmayın” yazan pankartı taşıyarak Taksim’e kadar kortej eşliğinde yürüdüm.
Yapmadım elbet:)
Sırf sevdaya olan saygımdan yapmadım. Yoksa 32 Km yürüyemeyeceğim için değil. Ne olacak yani. Şimdi başlasam….. 2 gün sonra Halkalı civarında en yakın mezarlıkta gömersiniz beni. Aslında az daha yürüsem belki yaklaşır Teşvikiye Camii’nde daha havalı bir cenaze törenim olabilirdi. Olsun Halkalı da iyidir.
Efenim benim sevdiceğim sevgililer günü akşamında uçakta olduğundan ben kutlayamadım bu sene. Yine de bu beni durdurmadı.
Sevgi paylaşıldıkça büyüyen bir şey. Paylaşıp Sevgi Pıtırcığı olayım istedim. Tanımadığım bir çiftin Sevgililer Gününü kutladım.
Nasıl mı oluyor? Basit bir organizasyonu var. Şimdi Restoranın otoparkına yanaşırken arabaların ön camlarına baktım. Torpidosunun üstünde tek gül olanların tamamını inceledim.
Altında en büyüğünden bir zarf olan mavi bir aracı gözüme kestirdim. En büyük zarf onundu. Sırf çiçekçiden alınma bir zarf değildi belli ki. İçinde belli ki güzel satırlar, belki sağlam bir aşk şairinden alıntı mısralar var.
Şimdi bu çifti kutlamayayım da ne yapayım. Yavaşca arabaya sürttüm. Agh ulen deyip geri vitese alıp bir daha sürttüm. Oghhh. Garanticiyimdir bilirsin.
Böylelikle bir tanışmayı garanti ettim. Valeye dedim çağır gelsin SAHIBI. İnsancıklar belki tam da romantizmin doruğundayken şaşkın bir kadının arabalarına sürtmeleriyle buz gibi havada otoparka arzı endam ettiler.
Neyse efenim baktık işte. Klasik havalı “parmakla boyayı yoklama hareketi” filan. Sonra arabayı çektik yine baktık. Bir şey olmadığına karar verdik. Ya kusura bakmayın böyle bir günde de filan filan diye başlayan özür ve tebrik cümlelerimi sıraladım. Böylelikle hiç tanımadığım bir adamla kadının sevgililer gününü kutladım.
Şimdi aklıma geldi umarım adam bir evlilik teklifi filan planlamamıştır o akşam. Yıllar yıllar boyu torun torbaya anlatılacak bir öykü olmak istemem.
Düşünsene adamın saçı sakalı beyazlamış hala iki kadehten sonra anlatıyor o geceyi. “Tam yüzüğü şarap kadehine attım, otoparka çağırdılar. Döndük ki kadehler gitmiş. Müessese özür niyetine bize şampanya göndermiş. Gitti bir yıldır parasını biriktirdiğim tek taş. Vıyy Vıyyy

Tavsiye ederim yapın. Sevgi paylaşıldıkça büyüyor. Misal o çift muhtemelen o akşam beni ve soy ağacımı oldukça sevmiş olsalar gerek.
Sevgileriniz daim olsun.

Bi Kuple Yeşilçam, Aşığız Doktur Bey

Bi Kuple Yeşilçam, Aşığız Doktur Bey

Bugün de Yeşilçam olsun dedim sevgili okur.
Çizgiden çıktım mı dersin? Çizgisi mi vardı ki sayfanın.
Paşa gönlüm istedi; bugün de böyle olsun.
Eğlenirsen ne ala.

Bölüm 7
Çok Aşığız Doktur Bey, Aman Bize Bir Çare!

Saat gecenin ikisi olmuştu ve artık Cumartesi’ydi.
-Sabah kahvaltıyı ben hazırlıyorum o zaman
Sen kahvaltı etmezsin ki dedi Işın.
-Sence ben, kendi hazırladığım kahvaltıyı yiyecek kadar cesur muyum?
Cidden bir tık bile geliştirmedin kendini mutfakta diye güldü. Esneyerek ve gerinerek devam etti.
-Kahvaltıyı sabah düşünürüz. Yıkılmak üzereyim. Uyusak artık.
Gerinen kollara sarılan güzel gülüşlü, gözleri uykudan mahmur adam cevapladı. Uyuyalım ama dün gece gibi uyuyabilir miyiz?
-Tamam dersem kaburgalarımı sağlam bırakacak mısın?
-Düşünürüz
-Yastık alalım hiç olmazsa bu akşam.
Demir kafasını sallayıp onay verdi. Odaya giden Işın babasının pijamalarından birini getirip Demir’e fırlattı.
Pijamaları havada kendisine uçarken gören Demir “Eyvah basıldık! Sadri Amca!” diye panikle bağırdı.
“Az çatlak değilsin” deyip odasına geri dönerken arkasından bağıran ses “akıllısının seninle ne işi olur ki kadın” diyordu.
Pijamalarını giyip, yastık da alarak salona doğru ilerlerken seslendi.
-Geliyorum giyindin mi?
-Hı Hı
Salona girdiğinde pijamalarının üstünden göğüslerini iki eliyle kapatır hareketi yapan Demir “ama, ama bakma. Bakma! Allah’ım kirletildim” çığlıkları atıyordu.
Yastığı kafasına atıp, yanına uzandı Işın. Gülerek başını kaldırıp yastığı koyduktan sonra uzandı sevdiği adam.
Işın gülümseyerek Korkma bebeğim acımayacak derken gözlerini uykuya teslim etti.
Demir elleriyle başını tutup dudaklarını kendine çevirmeyi deneyince mırıldandı.
-“Hayatta olmaz. Babamın pijamalarını giyiyorsun. Abi-kanka seviyesini geçtin dünya ahiret bacımsın”
Hemen cevabı geldi tabii “istersen 3 saniyede çıkarırım sevgilim”
Gülüşüp sarıldılar. Derin ve huzurlu uykuya teslim oldular.

Yalnız uyanmıştı. Işın dün sabah olduğu gibi duşa girmişti belki de. O korkunç kahvaltıya maruz kalmamak için kendisi bir şeyler hazırlamaya karar vermiş de olabilirdi.
E o zaman ikimizi de bu zevkten mahrum bırakmanın alemi yok deyip başını yeniden yastığa gömdü. Koltuğa iyice yayılarak vücudunu açtı. Gerindi.
Eğer -gecikmiş ergen flörtü- mefhumu; daracık koltuğa sığışmaya çalışmak demekse: yakında sakat kalıp, fizik tedavi görmesi gerekecekti.
“Doktora gidip çocukluk aşkımla koltukta uyuyoruz doktur bey. Belim bıkınım tutuldu valla ondan geldim” deseydi doktor ne derdi acaba.
Ne diyecek.
-Geçin yatakta uyuyun. Deli misiniz koca insanlarsınız-derdi elbette.
Kafasında doktora “Haklısın doktur bey de, hatun vermiyor” cevabını yapıştırıp güldü kendi kendine. Gülmenin başında yarattığı ağrı, Işın düşüncelerini duysa kafasına sertçe vuracağı en yakın cismin acısına eşitti neredeyse.
Sahi neredeydi bu kadın? Unutmadan söylemek istedi aklından geçenleri.
-Serserinin dibisin Demir, bi git ya- diyerek delirirdi kesin diye düşünüp gülümserken yeniden uykuya daldı.

Çalan telefonun sesi ile kendine geldiğinde temkinli açtı gözlerini.

Eller Yukarı, Aşkta “Sonja” Çıkmazı

Eller Yukarı, Aşkta “Sonja” Çıkmazı

Çocukluğumdan hatırladığım bir film geldi aklıma. Kızıl Sonya.
Orjinali Red Sonja da, Türk işi Sonya olarak devam edeceğim.
Yaşıtlarım yani 25 lerinde olanlar hatırlar😊 Tamam işte 35 yaş üstünde anlaşalım, fazla da kurcalama.
Sonyacık muhteşem kızıl saçlıdır, süper savaşçıdır. Klasik film işte. Hafif Yeşilçam havası da vardı. “Nereye böyle güzelim” diyeni önce bir uyarır. Der ki ağzını topla ben dadaş kızıyım… He pardon yok, dur o bendim😊 Neyse der ki “bak geri bas, kanını elime bulaştırma”.  Hödükler devam edince kan revan parça pincik olurlar. O yılların filmlerinde bu hödüklerin elinde klasik kocaman büyükbaş butları olduğunu ve bunları söylerken bir yandan butu ısırıp bir yandan hunharca güldüklerini söylememe gerek yok. O dönem oyunculukta zirve buydu çünkü.
Neyse efenim… Böylece filmin başında anlaşılır ki Sonya’ya ters yapamazsın. Eli ağır, kılıcı keskindir kızcemizin. Filmin bir yerlerinde Barbar Conan’la flörtleşirler ama bizim esas kız ağzındaki baklayı çıkarır. Der ki “yapamam. Kendime söz verdim. Beni yenen bir erkeğe teslim olurum ancak.”
İşte tam da burası o çocuk aklımla bile beni bir germişti. Aa demiştim demek aşk fena bişi, seni alt edene ödediğin bir bedel, bir kefaret demek ki. Tamam belki annem hamileliğinde folik asiti az tüketmiştir. Şimdi bu salaklık seviyeme bakıp Sonyanın filminden aydınlanma beklediğimi hatırladıkça kendime şaşıyorum o ayrı mesele. Ama mesaj buydu işte. Aşk bir kefaretmiş. Böyle düz cümle açıklayınca kulağa manyakça geliyor değil mi?
Niye garipsedin şekerim. Çoğumuzda uygulama bu zaten. Sadece kılıflar uyduruyoruz.
En güçlü kadın bile kendini teslim etmek diye bir ezik hayal sahibidir. Öyle öğrenmiştir. Kızıl Sonya Barbar Conan’la savaşır ve beynine değil kas gücüne teslim olur. Neden? Bu o teslimiyeti daha mı az utanç kaynağı yapar?

Aşk teslim olmak ve almaktan mı ibarettir?
Öyleyse bu teslimiyeti neye karşılık yapmak daha az utanılırdır? Yaş geçiyor bahanesi yeter mi mesela önüne gelen ilk kısmete bağlanmak için? Yoksa güç, yeterli bir mazeret midir? Eğer öyleyse Einstein’a mı teslim olunmalı yoksa Ovaların Kurdu Cengizhan’a mı? Hangi güç daha üstün? Akıl, beden gücü, ekonomik güç?

Ya erkeğin kime teslim olması makul? Taşşşş gibi bir hatuna mı? Zehir gibi aklı olan bir kadına mı? Muhteşem yemekler yapıp, anaçlıkta zirveyi yaşayana mı? Bak bu sorunun cevabını biliyorum. Lafa gelince mutfakta aşçı, yatakta Emmanuella olana. Peki kaç erkek böyle bir destansı kadına teslim oldu? Yoktu da herkes daha azına mı razı oldu? Peki ölçü neydi, ne kadar azına razı olduk? Bu kadını hiç gören oldu mu? Hadi adamımız kanaatkar davrandı diyelim. Peki o taşşşş gibi Afrodit, azla yetinen bu sümsük erkeğin nesine teslim oldu?

Bunun da kılıfı (pardon izahati) var. Çok dolaştım pervane gibi, sonunda beni zapt etti. Yuları taktı. Kafa kola aldı. Tongaya bastık gibi gibi. Her cümlede izahat. Ne uğraşırsın? Niye kasarsın. AŞIK oldunuz. Hatta ileri götürüp çok afedersiniz ben bile oldum da diyebilirsin. Yine de kandırılmış olmak hemcinsleri arasında prim yapar. Kurbana dönüşür hemcinslerinin gözünde. İyi hal indirimi alır işte.

Kadın, nadiren kas gücüyle özne olur cümlelere, sıklıkla da acılara göğüs germesiyle.
Feda ettiği eksildiği kadar yükselir. Zinhar çoğalarak yükselemez. Evlerden ırak…Mutlaka kan ve gözyaşı içinde pişmiş olmalıdır(!) Tüm bunların verdiği gücü de ondan daha güçlü bir erkek bulunca teslim eder.
Gel de şişme. Gel de şu sorulara makul yanıtlar bul. Aşktan utanmak nedendir? Neden adı teslimiyettir? Değiş tokuş birbirini tamamlama gibi havalı cümleleri şarkılara söz yapıp, sigaraları tellendirip efkar pozları takınıyoruz. Eyvallah. Peki neden uygulamada teslim alıp/olduk diyerek şaşıyoruz?

“Şimdi bebeğim egonu yavaşça yere bırak. Hayır önce ben değil, sen!” diye uzayıp giden pazarlıklar… Önce kim sevdiğini söyledi hesapları nedendir? Aşk “Beni tam da kalbimden vurdu” gibi ölüme sebep bir saldırıyla eş tutuluyor.
Sevişme benzetmelerini hatırlayalım şimdi.
Güreş tutmak, sırtını mindere getirmek gibi güç ve alt etmeyle ilgilidir geneli.
Hastalıklı benzetmeler aslında. Egomuzun büyüklüğünü, çiğliğini yansıtıyorlar.
Bu tip benzetmelerin ortak noktası bir yenen, bir yenilen; bir kurban, bir de katil olması. Bu mudur gerçekten aşk? Tüketmeyince kıymeti neden kalmıyor? Nedir bu tükenme, kan ağlama/ağlatma bağımlılığımız? Filmde mesela. Sonyacık dövüştü de dövüştü Conan’la. Sonunda yenildi. Kısaca Conana aşık olabilmeye hak kazandı. Eee noldu bebeğim. Kılıç sallamaktan ikinizde de takat kalmadı. Yara bere, kan revan içinde yığıldınız yere. Hoş mu yani ilk öpücüğünüzün ter kokuları ve kan tadına bulanmış olması. Yazık.
Evlat sevgisini bile doğum sancısının fazlalığı, uykusuz geceler üzerinden ölçmek neden? Güzellikler sevilemez mi? Ya da daha iyisi SADECE sevilmez mi? Acı çekmediğin şeyi sevmeye hakkın olmaz mı? Madem bu kadar acılı, o zaman sevgimi hak ediyor saçmalığı nedir?
Biz kimiz de bizi hiçbir şey üzemez sıkamaz rahatımızdan edemez. Ve Maaaaaaaazallah ediyorsa sevilmeyi “ancak” hak eder. Biz bu kadar büyük müyüz? Nedir bizi bu kadar önemli kılan?
Sen onu ondan daha çok seversen “hiç olmasa” daha mı iyi olur?
“En çok seni sevdim” demek neden? Bir kalp sevmeyi kaç şekilde yapar? Öncekileri de senin kadar sevmiş olamaz mı? Sevdi diyelim, bu seni şu anda çok sevmesine engel mi? En çok seni sevdi diyelim peki bu; seni ilerleyen günlerde de çok seveceğinin garantisi mi? Korkma korkma, anı yaşa gitsin yahu😊
Daha öncekileri senden çok sevmiş olması neden korkutur? Belki çok değildir de sadece farklıdır. Sevmek yetenek. Herkeste farklı; bazı şanssızlarda hiç yok. Olmayanlar farkında değil. Bu şanssız güruh mazoşizm, sadizm, güç bağımlılığı gibi durumlarını aşk/sevgi sanıyorlar. Sevme yeteneğine sahip olanlarsa her gün öğreniyor, sevgisini biçimlendiriyor. Sevginin kütlesi değişmiyor yine de şekil değiştirebiliyor. Bazen nefesinden tahrik olurken bazen hiçbir erotizm kıpırtısı olmadan sadece kokusunu içine çekebiliyor insan.
Bir kere sevmişse insan yine sevebilir. Teslimiyet pazarlıklarını bırakıp aşka dalabilir. Teslimiyet pazarlığı yapıyorsan zaten aşk değildir o.

Bekleme yapma kimseyi de yorma. İyisi mi sen git mindere, çek bir el ense. Devam eyle güreşe.

Aşksız kalmayasın okur.

Ekonomimde Tavan Yüksekliği

Ekonomimde Tavan Yüksekliği

Borsa tüyosu vereceğimi sanmadın umarım. Öğren artık. Lüzumlu bir damla bir şey yok burada. Borsa ne zaman tavan yapacak söyleyecek halim yok. Mevzuu gayet fiziksel, yüzeysel. Ekonomine de katkısı yok.
Hafta sonu oğlum yeni başladığı spor kompleksini babasına gösterdi. Devasa mekan. Sevdiceğimin yorumu “bu mevkii de bu büyüklükte alan… vay beeeaaa! Yıkacaksın şu telleri her korta birkaç kesim parkuru koyulur. Tavan yüksekliği de mükemmel.”
Ohh…. Bende bir rahatlık. Valla 5/10 seneye lazım olur diye (Tamam tamam peki 10 sene beklemezdim kabul) kenara köşeye estetik operasyon parası atıyordum. Vazgeçtim. Sonuçta adam işlevsellik peşinde😊 Amaaaaan ne gam.
Ben kadın halimle, sağlı sollu korttaki bacak boylarını tahmin etmeye çalışırken, sevvvgulüm mekanda tavan yüksekliği ölçtü. Demek ki neymiş; önemli olan işlevsellikmiş😊 E benim de artık bunca seneden sonra işlevsellik hususunda rakibim olmadığına göre uğraşmayayım son 6 ayda aldığım kilolarımla. Tavan yüksekliğim kurtarır😊
Sonuç olarak 5 yıllık restorasyon bakım onarım yatırım planlarımda değişiklik yaptım. Borcum harcım olan varsa hatırlatsın:)

Taptaze Pek Şahane

Taptaze Pek Şahane

Heyecanı her dem taze tutmaya dair lüzumsuz paylaşımlarda bulunacağım.
Kadın erkek ilişkileri geldi hemen aklına tabii. Ama dahası da var. Hayatın her anında ilk heyecan tadında kalmak için ipuçları paylaşımı sadece. Beklentiyi yüksek tutma.
Kadın Erkek İlişkilerinde:
Şöyle ki sevgili okur; hep 1. Aşamada kalacaksın. Her daim kaçamak bir öpücük tadında devam. Evlendin çocuk yapacaksın diyelim; zinhar gevşeyip o çizgiyi geçmeyeceksin. Gerekirse sıkıp sporla çoğalacaksın mantar gibi. Bak nasıl taze kalıyor ilişki. Arada öpücük filan olur tabi. Kuru kuru asker devresi gibi de takılma. Vur dedim öldürme yani. Minik bir uyarı yapayım. Türk işi olsun, Fransız öpücüğüne zinhar yeltenme. Hatta aç bir eski Yeşilçam filmi nasıl öpüşülmez temalı bir sahneden feyz alırsın😊 . İlişki taptaze. Ya da belki “ham”dır, bilemedim şu an. Ne de olsa -Sevda baştan gitmiyor sarılıp yatmayınca- di’mi ama?
Gelelim İş hayatına. Her daim taze kalabilmek için kural basit.
Her an oryantasyon haftasındaymış gibi takılacaksın. Bak oryantasyon haftasındaki çıtırlara herkes iyi davranır. Ne zamanki bitti, oryante oldun; aslında sen kurtlar sofrasına meze oldun. İyisi mi sen o oryantasyonu uzat. Tap taze kalırsın ne çelme, ne çürük, ne çarık. Ama tabi bir sıkıntısı da var. Kıdem tazminatın da her dem taze kalıyor şekerim. Sen oradan oraya yeni şirketler ltd. olur A.Ş olur, Allah ne verdiyse artık oryante oryante dolaşır durursun.
Arkadaşlıklarda taze kalmak için;
Her sabah okula/işe/kahveye gittiğinde yanında yörendekilere elini uzatıp adını söyledikten sonra memnun oldum diyeceksin. Hep ilk günkü heyecan. Dostluğa filan bağlama. Şimdi sırlar, entrikalar, şunu doğurana Rahmet diye kendi arasında kıkırdamalar filan amaaaannnn. Girme sen o sulara Merhaba ben Ayşe/Ahmet memnun oldum diye devam. Zaten 3. Günden sonra sana şöyle sarılır gibi yapıp kolları tersine bir gömlek giydirmiyorlarsa sıkıntı yok. Avantajları da var, bu alık nasıl olsa bir şey anlamıyor diye tüm gıybeti her daim birinci ağızdan dinlersin. Erkeksen buradan çok ekmek yersin söyleyeyim. Alık bu kıyamam diyen bir saf gördün mü, yürü oradan devam. Az zorlarsan annenden görmediğin merhameti el kızından görürsün. Hatun kişiysen bu alıklık mevzuunu abartma ya da abartacaksan özelden yaz, birkaç önerim olacak. Gerçi bana yazmasan da olur Google a sor nasıl kurda kuşa yem olmam diye.
Ben mi? Bunları uyguluyor muyum diye mi sordun? 😊
Tabii ki hayır. Öncelikle sporla üremeye karşıyım😊
30 tane iş değiştirmek bana göre değil😊
Dostum desen zaten 3-4 tane, onları da bana doğru ellerinde deli gömleğiyle koşarken görmek istemiyorum.
Yalnız spor hususunda bu kuralı uyguluyorum. Her dersim ilk ders gibi. Yani bende sıkıntı yok da tenis hocamın yüzündeki ifade hep ilk ders gerginliği. Mesela “aşağıdan gelen toplara uzanmıyoruz, dizleri kırarak vuruyoruz Aslı Hanım” dediğinde hep -e niye daha önce söylemediniz?-diye cevap veriyorum. Ya da raket omuzda bitecek dediğinde ilk kez duyuyormuş gibi raketi omzuma götürüp “böyle mi?” diye utanmadan soruyorum. Bir de dudaklarım olaydı ördek gibi büzer iyice alıklığın altını çizerdim de kısmet değilmiş. Şimdilerde hava ısındı diye açık kortta oynamaya başladım. Beni görüp öğrenci sayısı azalmasın diye “nasıl ama ilk derse göre fena değil değil mi” naraları atarak kendisinin kariyerini kurtarmaya çalışıyorum. Ömür törpüsü olabilirim ama merhametsiz değilim neticede😊
Benim heyecan hep ilk ders gibi. Hocanın heyecanını bilemem ancak sabrı evliya cinsinden.
Bir de müzik dersi hevesim var. Kısmetse yaparsam orada da hep do notasında kalmayı düşünüyorum. Yanlış anlama. Do majör gamı değil, tek bir do sesi hedefim. Beni bilirsin, yapacaksam zirvede olmalıyım. Kısmetse azmedip tek bir Do’dan öteye geçmeyeceğim. Bir ayağı çukurda bir hoca bulursam deneyip sana da sonucu bildiririm. Bakalım sporcular mı daha sabırlı, müzisyenler mi?
Sakal traşlarını olmuş beyleri ve bıyığı Kasap Rızayla yarışmayan hanımcıkları yanacıklarından öpüyorum. Diğerleri yıkılsın karşımdan.

Taşşşş Fırın

Taşşşş Fırın

Resme ya da başlığa bakıp aldanma. Vallahi yemek tarifi vermeyeceğim. İki satır (vallahi kısa bu sefer) tavsiyede bulunup gideceğim.
Ben Taş Fırın erkeğiyim, öyle zırt pırt seni seviyorum diyemem diyen erkeğe tavsiyem:
Hatunlardan vazgeçip Lahmacuna yürüsün. Üremek istediğinde de minnak tatliş fındık lahmacunları olsun. Mevzuu taş fırınlıksa en güzel ürün bence bu.
Bırak öpmeleri sevmeleri naif ruhlar, sevmesini bilenler yapsın.

Aşktan Ölmek Gerek

Aşktan Ölmek Gerek

Dertten tasadan değil, aşktan ölmek gerek. İçi titreye titreye, nefes nefese olanından bir ölüm yakışır sevdalıya.

Sonu bilerek, görerek, tadına vararak, yüzünde hoş bir gülümsemeyle cennet kapısına varmak gerek.

Gamdan, kederden değil; aşktan ölmek gerek.

Üstünde sevda kokusu ile yastıktan başını alıp, sonsuzluğa varmak gerek.

Hastalıktan değil sevdadan ölmek, Azrail’den önce sevgilinin elini tutmak gerek.

Şimdi söyleniyorsun biliyorum. Ruhen, dinen, mantıken dileğimin ne kadar saçma olduğuna dair bir araba tez yazıyorsun hatta.

Umurumda mı peki? Düşüncene saygı duyuyorum, ama hayır:)

Ben böyle diliyorum. Öylece dudağımda sevda tuzuyla, yüzümde aptal bir gülümseme ile göçmek istiyorum.

Nasıl yaşarsa öyle ölürmüş insan. Aşkla yaşıyorsa, gücünü aşktan alıyorsa eğer, neden öyle de ölmesin?

Virüsmüş, mikropmuş, kansermiş bunlar hep dışarıdan gelen şeyler. Ben tamamen kendi vücudumun üretimi hormonlarımla neden ölmeyeyim?

Dopaminim, serotoninim, östrojenim hepsi benim.

Varsın onlardan gelsin sonu kaderimin.

Sabun Köpüğü

Sabun Köpüğü

Sabun köpüğü de lazım hayatta. Hep antiseptiklerle olmuyor. Şöyle hafif bir esinti gibi ya da yaz gecesi üstüne saten bir gecelik atmış gibi köpük de lazım.

Ağırlık yapmayacak, basmayacak, germeyecek öyle köpük köpük senin içini kabartacak da; kirini pasını almak dışında bir şey istemeyecek.

Rengi her daim beyaz kalacak sonra. Hafif hafif okşayacak ama tırnağı etten ayırmayacak. Deli aşklar gibi kan ter kalmana gerek olmayacak. Köpük naifiliğinde, iki tek atmışsın gibi her daim bahar, her daim gonca kalacak.

Aşkta flörttür sabun köpüğü. Hani sevişmeden vuslatsız çoğu zaman.  Hiç açmayacak gonca, hiç gelmeyecek yaz.

Bende köpük etkisi her daim bahar, eğer sende de varsa buyur. Vuslata daha çok var.

Sayfa Kenarı Karalamaları

Sayfa Kenarı Karalamaları

Sayfa kenarları muhteşemdir. Kıymetini bilin dostlar.

Kargacık burgacık not ettiğim satır kenarı notları her sınavda hayatımı kurtarmıştır. En olmadık şey çıkar da, gerekli olan o son 2 puanı alırsın ya. Kitap kenarlarındaki notlar, sınavlar, hayatımı kurtaran karalamalar.

Bir de sayfa kenarına not düştüğüm insanlar var. Onlar da muhteşem. İsimlerini bile hatırlamadığım ama laf arasında söyledikleri cümleler aklıma, ruhuma kazınmış insanlar.

Evlat sahibi olmanın, bir anne için ne demek olduğunu tarif etti silik bir görüntü bana. Anne olunca anlarsın klişesinden çok öte bir cümleyle özetledi bana şu an adını hatırlamadığım hanımefendi. Bir iş toplantısı için çok büyük balık diye tabir ettiğim müşterilerimden birinin temsilcisi olarak gelmişti. Ben karnım burnumda son iş günlerimde sunumumu yaparken acımasızca kan revan şekilde defans ve saldırı aynı anda yapıyordu. Sonra kahve molası verdik. Baktım hatunun içine melek kaçmış. Anneliği bana o tek cümle ile özetledi. En uykusuz gecelerimde bile o cümlenin motivasyonuna sarıldım. Hayır söylemeyeceğim:) Bu kadar yazınca beklentiyi yükselttim aynı duyguyu veremeyeceğini biliyorum.

İnsanın içi daraldığında gökyüzüne kaldırmalı kafasını demişti bir arkadaşım. Ne psikolog ne yaşam koçuydu. Hatta sonra İnşaat Mühendisi oldu. Ruh ve taş-beton ilişkisi ne kadar yakınsa, o da o kadar yakındı ruhani kişiliğe. Her bunaldığımda andım, halen anarım. Yıllar sonra geçen hafta bunaldığı bir an kendisine hatırlattım bana söylediğini. Sonraları çok kitapta yerini aldı ama ben ilk senden duydum dedim. Hatırlamadı sağ olsun. Bendeki ulvi kişilik imajı yerle yeksan tabii ki. Sanıyordum ki belki dünyanın başka bir köşesinde, o da kafasını kaldırmış derin bir nefes çekiyor olabilirdi içine. Meğer benim sayfa altı notum onun kitabının kapağında da dip notlarında da yazmıyormuş.

Eski patronlarımdan biri de “Sorumluluk verilmez alınır.” demişti. Sayfa kenarıma yazdım. Çalışma arkadaşlarımın sayfa kenarlarına da not düşmeye çalıştım. Okuyan, okudu. Ben köle miyim diyen okumadan sildi. Bana çok şey kattı. Çalışırken tırnaklar kanıyorsa daha fazla sorumluluk ve elbette daha fazla güç neden almasın ki insan? Yalnız uyarıyorum. Bu reçetede tükenmek de garanti. Hani sayfa kenarınıza not düşecekseniz prospektüsüne yan etkisini de yazmış olayım. Bende ahınız vahınız kalmasın. Sonra vay efendim ben duymadıydım da okumadıydım da demeyin.

Yine eski patronlarımdan birinin notu da takıldı gözüme şimdi. Kaç sayfa fotokopi kaç dakikada çekilir, banka veznesinde hangi işlem hangi gün kaç dakika sürer biliyorum demişti. Çünkü fotokopi çekmiş, veznelerde Q matic sıra numaralarının olmadığı zamanlarda sıra beklemişti. Onu da sayfa kenarıma yazdım. Kendim hiç yapmadığım bir işi başkasından asla istemedim. Herkes gider ya da arkasını döner ya bazen. O günlerde hiç düşmedim yere. Gün bitti, ben bittim ama iş de bitti. Narsizm mi diyorsun? Evet, neden olmasın. Tevazu bitti ama iş de bitti. Söyle bana kim galip şimdi.

Sayfa kenarlarına not ettiğim aşklarım da oldu. Adını hatırladığım elbette, ama göz rengini canlandıramadığım. Sayfa kenarlarımda güzel renkler onlar şimdi. Ama kitabımın girişi gelişmesi sonucu eşim; en büyük aşkım elbet. Yine de o sayfa kenarındakilerin ruhumdaki izlerini de değişmem. İnsan her şekilde sevilmeli. Böylelikle ruhuna en uygun olanı bulduğunda anlasın. Hak edeni satır kenarından ön söze taşısın.

Aşçılar var püf noktalarını not ettiğim. Bazıları televizyonda bazıları dergi eklerinde. Yine sayfa kenarlarında çoğu yemek tarif kitaplarında. İşin tuhaf yanı; en çok mutfakta değil özel hayat ve iş hayatında kullandım önerilerini. Malzeme aynıyken her elden farklı lezzette yemek çıkarmış, doğru zamanlama yapılan işten daha önemliymiş, not etmişim. Ne de iyi etmişim. Halen doğru, halen sonuç veren hayat kurtaran notlarım arasında.

Demem o ki: Giriş gelişme sonuç güzel de, sayfa kenarı karalamaları eşsiz.

İyi ki elim, kalem tutmuş, iyi ki sayfalarım çokmuş.

Dudağında Tekerleme Olsam

Dudağında Tekerleme Olsam

Çok zor bir tekerleme olsam, söylemeyi tek başarabilen ‘SEN’in dudağında takılıp kalsam.

Gören, duyan, beğeni ve hayretle baksa, ama ben hep o dudaklarda takılı kalsam.

Şöyle uzun, her mısrada farklı ama birbiriyle kafiyeli, kulak okşayan türden bir tekerleme olduğum için hiç sıkılmasan, usanmasan. Her mısrada zorluğumun, benzer görünen farklılıklarımın tadını çıkarsan. Ve ben hep o dudaklarda kalsam.

Bazen nefesini kessem, bazen inişli çıkışlı tonlarda olsam ama sen hiç tıkanmasan. Sonra yatak odası mırıltısı hoşluğunda masal okurmuşçasına beni bana fısıldasan. Tekerlemekten hiç vazgeçmeyip şımartsan mesela.

Öznesi ‘BEN’ olan tekerlemenin içinde ‘BİZ’ eriyene kadar dudaklarında kalsam.

Çanta taşıma alışkanlığı gibi el ele tutuşma hoyratlığında değil de, ilk kez dokunur gibi parmak uçlarınla ritim tutarak beni okusan.

Ve ben hep o sıcak dudaklarda kalsam.

Güncel edit: ‘Say My Name’ demişim yahu:) Kaç promildim acaba.