Seni Seçtik Pikaçu

Seni Seçtik Pikaçu

Hadi oynayalım biraz. 3 Dilek hakkı veren cin bizim karşımıza çıktı. Gerçekten çok fazla şeyi değiştirir miydik hayatımızda? Yoksa konformist yaklaşımla yine bildiğimiz yolda mı ilerlerdik?

Sayın Kaptan’a hayattaki seçimlerimiz bizim seçimlerimiz mi konusunda paylaşımlara söz verdim. Kendisinin de katkıları olacak, beklentim yüksek:) İtirazlarını çatır çatır yazıp, beni ters köşeye düşüreceğini bile bile riske girdim. Sizlerin de katılımı olursa tadından yenmez.
Başlamadan önce kısacık bir paragrafı paylaşacağım ki heveslendiğim küçük oyunu beraber oynayabilelim. Irvin D. Yalom’un “Nietzsche Ağladığında” kitabında Dr. Breuer’in Nietzsche ile yaptığı görüşmelerden birinde verdiği bir örnekle başlayalım. Önemli entellektüel karakterlerin bir araya getirildiği romanın, o bölümünü hatırlayalım, sonra sahne hepimizin.
[Dr Breuer Nietzsche’ye der ki “geçen gün tam da bir romana konu olacak bir hikaye geldi aklıma. Keşke yazabilsem! Şunu bir düşünün: Tatmin olmadığı bir yaşam süren orta yaşlı bir adamın karşısına bir cin çıkıverir ve ona yeniden başlama fırsatı verir; üstelik bir önceki yaşamında yaptıklarını olduğu gibi hatırlayabilecektir de. Tabii, adam bu fırsatın üstüne atlar. Ama sonunda şaşkınlık ve korkuyla ifade eder ki eski yaşamının tıpkısını yaşamaktadır; aynı seçimleri yapmakta, aynı yanlışları tekrarlamakta ve aynı sahte hedeflere ve Tanrılara sarılmaktadır.” ] (Nietzsche Ağladığında- Irvin D. Yalom)
Bu hikayede benim en önemli bulduğum kısım önceki yaşamımızın tamamını hatırlıyor olacağımız. Hadi oynayalım. Bu şartlarla cin bizim karşımıza çıktı. Gerçekten çok fazla şeyi değiştirir miydik hayatımızda? Ölümler, hastalıkları kastetmiyorum. Bazı oluşları değiştiremeyiz ama mücadele şeklimizi gerçekten değiştirir miydik? Yoksa konformist yaklaşımla yine bildiğimiz yolda mı ilerlerdik. Ben bazı örnekleri paylaştım. Elbette konu uzun. Sadece aklıma gelen birkaç örnekten fikrimi açıkladım. Seçimlerimizi biz yapıyoruz. Hepimiz, “Seni Seçtim Pikaçuuuu” diye haykırıyoruz.
Yorumları, itirazları, başka başka örnekleri yorumlara yazarsanız daha da keyifli olur.
1) Hep ben kurban, ailem çevrem beni harcadı ağlaklığı: Ama ben seçmedim … yı ailem/çevrem yönlendirdi dediğimiz, kendimizi temize çekme savlarımızı düşünelim. Şahsi fikrim, seçimler yine bize ait. Neden mi? Çevresine ailesine rağmen sıyrılmış, farklı yönler çizmiş nice insan var. Başaranlar başarı hikayesi olarak sosyal medyada paylaşımlarla alkış alırken daha yolun başında olan ve belki de şu an bile çevremizde olan kişileri aynı şekilde alkışlamıyoruz. Sürüden ayrılan birçok kişiyi “bu kadar da aykırılık olmaz” diye günlük gıybet kotasına malzeme yapıyoruz. Neden? Sürüye uyup konformist seçim yapmadıkları için. Kısacası ailemiz çevremiz bizi yalnız bırakmasın diye yine seçimi yapan bizleriz. Kısacası seçim bir başka seçimi daha gerektiriyorsa o cesareti gösteremiyoruz. (Bu kadar yazacağıma sadece bu cümleyi yazsam daha kısa ve öz olacaktı ama malum, duramıyorum:) )
2) Melankoliden beslenme psikolojisi. Bunu okuyunca hepimiz olumsuz bir mana yüklemesi yapıyoruz. Teoride zehir gibiyiz yani. Lakin yaşarken uygulamada nedense aynı tavrı sergileyemiyoruz. Hep bir pişmanlık, eskiye olan özlem, şimdi olsa … yaparım gibi beylik laflar. Ah ah o yıllarda bıdı bıdı lakırtıları. Ya bırak. Anda kal.
– Onu tanıdığım güne lanet olsun. Hadi ya? Niye ki? Orda onu tanımasaydın sonrakinin kıymetini nasıl anlayacaktın acaba?
– Şimdiki aklım olsa …… mesleğini seçerdim. Yeterince istememişsin demek ki. Seçseydin. Ya da hala seçebilirsin. Dr Breuer mesela. Keşke yazabilsem diyor. Yazmaması için bir sebep yok. Karşısındaki adam, okuyucusu o dönemde olmamasına rağmen kitaplar yazmaktan vazgeçmeyen ve o dönemde anlaşılmayacağını bile bile bunu yapmaya devam eden Nietzsche.
Uzatıyorum yine ama hep geç kaldım yoksa fikirler zehir bende diyoruz yani. Yok öyle kaçamak. Seç işte. Şu dakikadan sonrasının sorumluluğunu al ya da sızlanma.

3) “Ekipte vizyon yok” İş hayatından en sevdiğim örnekler arasındadır. -Ben seçtim hedeflerimi de ekipte o vizyon yok. Ekip hayal gücünden yoksun. O yok; bu yok.- Bak bunu hepimiz yapıyoruz. Peki buna neye itiraz ettin diyeceksiniz. Ederim elbette. İş hayatının önemli kurallarından biri de kaynakların kullanımı değil mi? Kısacası kaynaklarını tanımak, gerekiyorsa arttırmak geliştirmek ve verimli kullanmaktır mevzuu. İnsan kaynağın uygun değilse
– Yanlış kaynaklara yatırım yapıyorsun.
– Yanlış hedefler peşindesin.
– Kaynakları ben yaratmıyorum, yönetim veriyor diyorsak ne olacak peki? O zaman vizyonsuzlarrrr, eziklerrrr diye ekibini yerden yere vuracağına “ekibimin nitelikleri bunlar. Verimli çalışacakları hedefler bunlar. Bu hedefi de istiyorum bana bunlar için kaynak bütçesi ver. Vermiyorsan bu mevzuyu burda kapatalım kuzum. Yoksa her hafta 1 saati burada ekibi gömüp sızlanmaya harcamayalım.” deme cesaretini göstersek nasıl olur?

Kısacası sızlanmaktan vazgeçmeyi öğrenebilsek, insanoğlu olarak daha huzurlu olurduk. Bak okurken bile bir oh çekmedin mi?

Sızlanmak, ruha takılan prangadır.

Ruhu, zihni ve bedeni ağırlaştırır. Bataklıkta çırpınmaya benzer. Sızlandıkça dibe batarsın. Sızlanma! Varsa yapacağın bir şey yap, yoksa oku kendine bir Fatiha, en dibine bat gitsin.
Konu uzun da ben kendi fikrimi paylaştım. Sıra sizde sevgili okurlar. Hadi bakalım oynayalım. Cin çıktı. Yeniden başladın, her şeyi de hatırlıyorsun. Yeniden yaşıyorsun. 

Sence sonuç ne olurdu?

Hoş Gel 2017, Ya da Görüşmeyelim

Hoş Gel 2017, Ya da Görüşmeyelim

Merhaba, sakalsız bıyıksız olduğunu ümit ettiğim okur.
Niyetim başka bir yazımı edit edip huzuruna çıkarmaktı, velakin fark ettim ki bir yeni yıl mesajı vermemek hödüklük olacak. Eski yılın son gününü mesajsız geçirmeyi “Kontes” çizgisinde bir kişilik olarak kendime yakıştıramadım.
Zaten sırada bekleyen diğer yazı da günün barış, ümit vb konseptinden uzak olduğu için elim varmadı. (hain az biraz o yüzden bugün görücüye çıkmasın) Dayanıp 2017 de insan içine çıkarayım diyorum.
Gelelim iyi dileklere…Diyorum ki 2017 de seni bekleyen pusularda sadece sevenlerinin küçük sevgi dolu sürprizleri olsun. Çevrende patlayan yalnız şampanya, kola, konfeti yağmuru gibi kutlama malzemeleri olsun. Barut içerikli pusular senden ve herkesten uzak olsun.
Akıl, ruh ve beden sağlığın olsun.
Kalbin aşkla dolsun.
Bir inancın olsun. Demiyorum şuna/buna inan diye. Neye inanırsan inan. Istersen ayakkabıya tap, benim için fark etmez. Ama bir inancın olsun ki 2017 de de 2016 gibi el elde baş başta göz yaşı dökerken hiçbir şey yapamama çaresizliğinde kaldığında en azından tutunacak bir dalın olsun.
Elektrik faturan düşük, elektriğin kesintisiz olsun. İnternetin özgür, fikirlerin açık olsun. Arkadaş çevren renk renk, çeşit çeşit olsun. Senin gibi yemeyen içmeyen, giyinmeyene sabrın tahammülün bol olsun.
2017 de dayak atmayasın, dayak yemeyesin. Küfür lügatında gerileme olsun. Daha çok sanat, edebiyat, daha az dizi olsun. Kendime de bir kıyak yapıp futbol maçlarında da düşüş bekliyorum Ya da futbolcularda da bir basketbolcu cazibesi olsun.
İyi bir işin, öğrenciysen güzel notların, yalnızsan güzel bir aşkın, çulsuzsan paran, zenginsen harcayacak güzel fikirlerin olsun.
Piyango bana çıksın”dan daha güzel ve anlamlı hayallerin, sofranda bereketin, evinde huzurun olsun.
Demeyeceğim gönlünden geçen olsun. Olmasın arkadaş. Ne bileyim kim ne diliyor. Neme lazım klavyen patlasın hatun diye gönlünden geçireniniz filan vardır. 2017 herkese adil herkese güzel olsun. Bak tek kıyağı çocuklara yapsın. Onların 2017 si hepimizden güzel olsun.
Neyse yormayayım seni. Daha sırada bin tane mesaj vardır yeni yıl indirimi ve yeni yıl dileklerine dair.
Ama bak kayıtlara geçsin yeni yılını kutladım kendime göre de iyi dileklerimi sundum. Yeni başlangıçlarımız güzel olsun.

Kokulu Bir Dilek

Kokulu Bir Dilek

Güzel bir yeni yıl dileği ile başlayayım istiyorum. Ne dilesem diye düşünürken, en muhteşemini buldum. En güzel dileğim/duam tüm sevdiklerim ya da henüz tanışmasam da sevilesi insanlar için şudur ki….
“Vuslat kokulu günlerin olsun ey dost”
Özlenen sevgiliye, beklenen askere, eve dönen evlada, memlekete vardığında elini öptüğün anaya/ataya, tüm sene beklediğin deniz kokan tatil beldesine, çok istediğin para ve güç kokan terfiye, kaybedince kıymetini anladığın sıhhatine vuslat koksun mesela… Gönlüne göre seç içinden.
İddiaya girerim ki: dileklerimden bazılarını seçtin/sevdin/benimsedin bazıları için ise “buna ne gerek var” dedin. Ama kesinlikle “vuslat kokar mı hiç?” demedin. Neden biliyor musun? Vuslat da her olay, her duygu, her anı gibi kokar da ondan.
Çok isteyip özleyip kavuştuğumuz anıları çağıralım şimdi. Var mı kokmayanı? Çocukluğunda dinlediğin ninniler, annen kokmuyor mu mesela? Ve şanslıysan her ziyarete gittiğinde vuslatta aynı huzuru koklamıyor musun hala?
İlk öpücüğün ne kokuyor hatırla. Belki hediye edilen/alınan gül/güller ya da belki sinemadaki patlamış mısır kokusudur ilk öpücüğün? Şarkının dediği gibi çamların altındaysa ilk busen, belki de çam kokusudur senin ilk ürpertin. Paylaşmasan da olur mahremini. Tek ricam hatırla. Mutlaka kokuyor vuslatların.
Evladın dünyaya merhaba dediği zaman, sen onu ilk kez kucağına aldığında vuslatların en güzel kokanı değil miydi yaşadığın? Değilse söyle. Cidden, öyleyse ben de en sevmediğim parfümü sürüp sürüştürüp mekanın en yakışıklısına yanaşıp karizmayı yerle yeksan etmezsem bu işten anlamıyorum demektir.
Haftada bir gittiğin ibadethanendeki gül, tütsü ya da mum kokusu olabilir huzura vuslatın.
Ya da belki iple çektiğin cumartesi gecesindeki anason kokulu balıktır vuslatsızlıklarının tek tatlı kokusu.
Yorma işte beni, kendin düşün ve bul. Vuslatların ya da vuslatsızlıkların mutlaka kokuyordur.
Bul ve dileklerimi kabul buyur lütfen. Vuslat kokulu günlerin olsun ey güzel dost.
Hadi bugün serbest olsun, dilersen sakalla bıyıkla uyu.

Aşktan Ölmek Gerek

Aşktan Ölmek Gerek

Dertten tasadan değil, aşktan ölmek gerek. İçi titreye titreye, nefes nefese olanından bir ölüm yakışır sevdalıya.

Sonu bilerek, görerek, tadına vararak, yüzünde hoş bir gülümsemeyle cennet kapısına varmak gerek.

Gamdan, kederden değil; aşktan ölmek gerek.

Üstünde sevda kokusu ile yastıktan başını alıp, sonsuzluğa varmak gerek.

Hastalıktan değil sevdadan ölmek, Azrail’den önce sevgilinin elini tutmak gerek.

Şimdi söyleniyorsun biliyorum. Ruhen, dinen, mantıken dileğimin ne kadar saçma olduğuna dair bir araba tez yazıyorsun hatta.

Umurumda mı peki? Düşüncene saygı duyuyorum, ama hayır:)

Ben böyle diliyorum. Öylece dudağımda sevda tuzuyla, yüzümde aptal bir gülümseme ile göçmek istiyorum.

Nasıl yaşarsa öyle ölürmüş insan. Aşkla yaşıyorsa, gücünü aşktan alıyorsa eğer, neden öyle de ölmesin?

Virüsmüş, mikropmuş, kansermiş bunlar hep dışarıdan gelen şeyler. Ben tamamen kendi vücudumun üretimi hormonlarımla neden ölmeyeyim?

Dopaminim, serotoninim, östrojenim hepsi benim.

Varsın onlardan gelsin sonu kaderimin.