Pıtır Pıtır Sevda

Pıtır Pıtır Sevda

Sevgililer günü münasebetiyle vıcık vıcık sevip sevilip koklaştınız mı?
Aferin size. Ben yapamadım bu sene. O sebeple de burun kıvırıp aman canım ne gerek var diyen güruha katıldım. En önde “Sevene Her gün Sevgililer Günü, bu kapitalist sistem oyunlarına kanmayın” yazan pankartı taşıyarak Taksim’e kadar kortej eşliğinde yürüdüm.
Yapmadım elbet:)
Sırf sevdaya olan saygımdan yapmadım. Yoksa 32 Km yürüyemeyeceğim için değil. Ne olacak yani. Şimdi başlasam….. 2 gün sonra Halkalı civarında en yakın mezarlıkta gömersiniz beni. Aslında az daha yürüsem belki yaklaşır Teşvikiye Camii’nde daha havalı bir cenaze törenim olabilirdi. Olsun Halkalı da iyidir.
Efenim benim sevdiceğim sevgililer günü akşamında uçakta olduğundan ben kutlayamadım bu sene. Yine de bu beni durdurmadı.
Sevgi paylaşıldıkça büyüyen bir şey. Paylaşıp Sevgi Pıtırcığı olayım istedim. Tanımadığım bir çiftin Sevgililer Gününü kutladım.
Nasıl mı oluyor? Basit bir organizasyonu var. Şimdi Restoranın otoparkına yanaşırken arabaların ön camlarına baktım. Torpidosunun üstünde tek gül olanların tamamını inceledim.
Altında en büyüğünden bir zarf olan mavi bir aracı gözüme kestirdim. En büyük zarf onundu. Sırf çiçekçiden alınma bir zarf değildi belli ki. İçinde belli ki güzel satırlar, belki sağlam bir aşk şairinden alıntı mısralar var.
Şimdi bu çifti kutlamayayım da ne yapayım. Yavaşca arabaya sürttüm. Agh ulen deyip geri vitese alıp bir daha sürttüm. Oghhh. Garanticiyimdir bilirsin.
Böylelikle bir tanışmayı garanti ettim. Valeye dedim çağır gelsin SAHIBI. İnsancıklar belki tam da romantizmin doruğundayken şaşkın bir kadının arabalarına sürtmeleriyle buz gibi havada otoparka arzı endam ettiler.
Neyse efenim baktık işte. Klasik havalı “parmakla boyayı yoklama hareketi” filan. Sonra arabayı çektik yine baktık. Bir şey olmadığına karar verdik. Ya kusura bakmayın böyle bir günde de filan filan diye başlayan özür ve tebrik cümlelerimi sıraladım. Böylelikle hiç tanımadığım bir adamla kadının sevgililer gününü kutladım.
Şimdi aklıma geldi umarım adam bir evlilik teklifi filan planlamamıştır o akşam. Yıllar yıllar boyu torun torbaya anlatılacak bir öykü olmak istemem.
Düşünsene adamın saçı sakalı beyazlamış hala iki kadehten sonra anlatıyor o geceyi. “Tam yüzüğü şarap kadehine attım, otoparka çağırdılar. Döndük ki kadehler gitmiş. Müessese özür niyetine bize şampanya göndermiş. Gitti bir yıldır parasını biriktirdiğim tek taş. Vıyy Vıyyy

Tavsiye ederim yapın. Sevgi paylaşıldıkça büyüyor. Misal o çift muhtemelen o akşam beni ve soy ağacımı oldukça sevmiş olsalar gerek.
Sevgileriniz daim olsun.

Işıklarda Uyu Pinokyo

Işıklarda Uyu Pinokyo

“Bana yalan söylediğin için değil; sana artık inanmadığım için sarsıldım” demiş Nietzsche.
Dur dur sıkılma. Vallahi Asmalı Konak edebiyatına bağlamayacağım. Az sabırlı ol. İki cümle özet geçip fabrika ayarlarıma dönüyorum. Öncelikle konuyu nereden devşirdiğimi; Türkçe meali “çaldığımı” anlatayım.
Yazılarımı takip edip, nazik geri bildirimlerini de benden esirgemeyen sevgili Mert Arda bir durum üzerine fikrimi sordu. Kim neye ne zaman üzülür/yıkılır ya da Nietzsche gibi naif ifadeyle sarsılır? Değerli arkadaşımın paylaştığı durumda iki kişiden biri karşısındakini üzmemek için yalan söylüyor. Sonrası da malum işte. Mum yatsıda benim mesaim bitti diyor. Büyük hezeyanlar, fonda acıklı müzik filan. Peki, peki, müziği ben uydurdum şu an:)
Konunun insan psikolojisi, yalanın tarihi, cinsiyetler arası yalana bakış gibi edebi kısımlarını konu sahibi değerli arkadaşıma bırakarak ben işin en gereksiz kısımlarıyla senin zamanını yiyeceğim.
Böyle durumda genel geçer uygulama olay anından sonra müstehzi bir bakışla karşıdaki gömülüp ortamdan kapı çarparak ayrıldıktan sonra kanka ayarında 3-5 arkadaş whatsapp grubu üzerinden acilen organize edilir. Yardıma daha doğrusu rahmetli sevgiliyi gömmeye çağrılır. Bu aktiviteye hayır diyecek kankanın gıybeti de gecenin sonunda elbette yapılır. Çağrıldıysan icabet edesin, yoksa kana susamış bu güruh onun da anneciğini malum ex’in annesiyle aynı yerden emekli eder. Sonra vay ben bilmiyordum duymamıştım deme.
Bu meşum gecede duruma göre ya birkaç şişenin dibi görülür ya da demlik demlik Rize çayı bünyelere dolar. Gelelim cenazeye.
Girizgahta ikinci tekil şahıs olarak konuşulur arkandan. Henüz en sinirli atarlı dakikalar olduğundan, başrol halen sesli biçimde seninle tartışmaktadır. Hani sanki sen oradaymışsın da bardaklar boşaldıkça tazeleyip, sesini çıkarmadan dizini kırıp oturuyormuşsun gibi.
Bana bunu nasıl yaparsın sen ya? Ben demedim mi yalandan nefret ederim diye sana? (yalan severim diyeni duymadım ama ayrı mevzuu bu). Gözümün içine baka baka nasıl söylersin? Filan filan…. Üzülme ortamda yoksun diye. Yüzüne söylese de zaten bunlar cevap beklenen sorular değildir.
Birinci demlik veya şişe dibi geldi ise sen de üçüncü tekil şahıs oldun, gözün aydın. Bu bölümde senden “O” diye bahsedilir. Beni ayakta uyutmuş. Kim bilir arkamdan ne güzel kandırdım diyordur. Başka ne yalanlar söyledi acaba?
Açtık mı üçüncü şişeyi? Dibini de gördük mü? Oh misssss. En güzel bölüm. Alkolden, ya da çay teininin kan akışındaki etkisinden konuşmalar ya çok kopuklaşır ya da fazla seri olur ki her iki durumda da anlaşılması zor olur. Lakin bir şey değişmez. İkinci çoğul şahısta tek cümle bekleme yaparsın.
Siz erkekler/kadınlar hep böylesiniz zaten…
Tam burada denk getirebilirsen mesaj, telefon, kapıda çiçek, camda serenat filan kurtarabilirsin. Yoksa yeni şişeye gerek yok. Hayırlı olsun. 2 dakika içinde Topunun köküne kibrit suyu cümlesiyle üçüncü çoğul şahısla emekliliğini verirler eline.
Pinokyo’ya Rahmet dilerken konuyla ilgili fikrimi de söyleyeyim. Sorduğuna pişman oldu aslında biliyorum😊 Günahı kimin konusunda Nietzsche’den yaptığım alıntı cevabımdır. Bu tip örneklerde genelde kandıran kadar kandırılan da günahkardır. Geriye dönüp başka örnekler de bulup yalanlara yeni ayılıyorsan, sen de zamanında inanmayı seçmişsin demektir. Hiç ağlayıp zırlama, kimseyi de boşuna alkole, çaya, gıybete boğma.
Ama bak nasıl bilirdiniz Pinokyo’yu diye sorarlarsa; adettendir, iyi de geç.
Abart hatta. Hokka gibi burnu vardı diye anlatıp ruhunu şad eyle:)

Neyse…

Neyse…

Bir “Neyse” en az 3 “Keşke”’ye tekabül eder.

Sevgilinin doğum günü vb özel bir günü unuttun. Dedin ki işlerim yoğun biliyorsun aklım başımda değil yoksa bir tanemin …’sını unutur muyum? Sevgilin büyük olgunlukla “Neyse!” dedi. Sevindin değil mi? Çok safsın bebeğim. Neyse değil aslında dediği. İçinde keşke’si var. Keşke bu hödük/çarpık bacak yerine yerine Berkcan/Buse’yle birlikte olsaydım diyor aslında.

Senaryo 1: Birlikteliklerde, kadın dediyse: sürpriz bir parti, tatil, beklenmedik hediye lazım. Çiçek hafif kalır. Takı, ayakkabı, çanta gibi feminen işlere yoğunlaş. Çünkü o keşke de tırnaklar var, kan var, intikam var. Bil ki en seksi geceliğiyle yanına gelecek, sen havaya girince başı öyle bir ağrıyacak ki en baba ağrı kesiciler bile işe yaramayacak.  Düz duvarlara halatsız tırmanacaksın.

Senaryo 2: Erkek dediyse: İleriye dönük bir aksiyona gerek yok. Geçmişe dön. Mutlaka geçmişte benzer bir durumu vardır. Hata yapmıştır, altta kalmıştır. Skor eşitlemiştir. Ve aslında mutludur, zafer kazanmış komutan edasıyla emdiğin sütü burnundan getirecektir. O söylemeden bul çıkar ne yapmıştı. Yoksa sen ben yaptığımda on gün dır dır etmiştin diye bağlar, sabaha kadar dinlersin.  Müsaade etmeden sanki onu düşünerek bilinçli yapmışsın gibi takıl. De ki ne hissettiğimi şimdi anladın mı filan. Üste çıkmak şart, yoksa yandın. Sonra da temiz bir sayfa açalım deyip olgun kişilik sergile. Bir veya birkaç öpücükle çöz işi işte, ben mi öğreteceğim her şeyi.

Patronun, yöneticin “Neyse” dedi. Öncelikle şanslısın ki yağıp esip gürlemedi. Ama bil ki o kadar da umursamaz değil. Dua et sonraki zam dönemine kadar unutsun. Çünkü o Neyse’nin meali şu: Aklın ner’deydi, oldu mu şimdi, keşke o iş görüşmesinde seni değil de 200 tl fazla maaş isteyeni seçseydim, bana daha pahalıya mal oldun. Keşke sana bu yetkiyi vermeseydim de bu hatayı yapmasaydın. Bir sonraki hatanda bunu da hatırlatıp bu kaçıncı hata diye başlayan bir söylev ile burnundan fitil fitil getireceğim… Keşkeler saklıdır içinde.

Arkadaşının sırrını bilerek/bilmeyerek açık ettin. O da Neyse dedi. Dua et de o çok içtiğiniz gece verdiğin saçma pozların kopyasını hala saklamıyor olsun.

Durum iki erkek arkadaş arasında geçiyorsa sorun çok büyümez. En fazla alkollü salyalarının aktığı çirkin fotoğrafların yöneticinin de göreceği biçimde sosyal medyada filan çıkar. Dansözün göğsüne para sıkıştırırken ki fotoğrafın asla eşinin eline geçmez.

İki bayan arasında yaşanıyorsa ve biri Neyse’yi patlattıysa durum vahim. Açık ettiğin sırrın büyüklüğüne göre intikam daha büyük olacaktır unutma. Tırnaklar, kan revan, soğuk savaş, gidişat vahim yani. Arkadaşın alımlı bir hatunsa eşine, sevgiline mukayet ol. Çünkü en acıtacak intikam onu baştan çıkarmaktır. Ha sevgilin yok ama yazıldığın biri mi var o zaman muhtemelen seni ona rezil eder. Çirkin bir fotoğrafın olabilir mesela. Ya da hem seni rezil eder hem onu baştan çıkarmaya çalışabilir. Acıtıyor değil mi? Akıllı olaydın sen de!…

Çocuğun Neyse dediği bir senaryo yok. Bir çocuk asla “Neyse” demez. İçten pazarlıklı değildir çünkü. İçinden geçeni, keşkelerini, itirazlarını açık açık söyler. İkna olmasa da Neyse demez. Ya sen neyse dersin;  ya korkutup ben anne/babayım deyip kestirip atar susturursun.

1 Neyse en az 3 Keşke eder.  Bu keşkelerin içinde de sen yoksun.  Sensiz hayatı hayal ettirme kimseye. Kendine “Neyse” dedirtme.

Neyse’den bir adım ötesi “Neyse Ne!” Her türlü fena. Patron söylediyse kovulmaya yakınsın.

Sevgili dediyse: Kadın erkek fark etmez, gemileri yakmıştır. Hemen salla başı “peki bebeğim” de. Başka yolu yok.

Birlikteliklerde bir hata yaptın yakalandın. Sevgilin “Neyse Ne!” dedi. Valizini topla hemen.

1 Neyse, en az 3 Keşke

1 Neyse Ne, vay senin haline.

Anlatıyorum ama kime, aman neyse…

kadinlar gunu , bizim gunumuz

Bizim Günümüz

Günümüz gelmiş, hoş gelmiş. Korkma:)  Günümüz derken PMS değil. Bildiğin 8 Mart Kadınlar Günü yaklaşmış.

Geçenlerde bir erkek arkadaş ne çok gününüz var dedi. Dişlerimi gıcırdattım. Sonra dedim empati yap kızım, düşün var mı acep? Saydı da saydı. Sevgililer günü, anneler günü, doğum günü, evlilik yıldönümü vb.

Düşündüm..

Erkek egemen toplumda demek evlilik yıldönümü kadınlar için kutlanan bir şey.. Almadı kafam.  Daraldı ruhum.

Doğum günü ve Sevgililer günü de öyleymiş meğer.

Biz kendimizi kandırıyoruz kızlar. Sevgililik ya da evlilik yıldönümü erkek gözünden sadece ve sadece koca veya koca adayı bulmayı kutlama merasimiymiş meğer.

Bu erkekleri yetiştirirken biz anneler fazla pervane oluyoruz cidden. Kendilerini nimetten sayıp tüm özel günlerimizi de kendilerine sahip olmak ve veya yanında olmak vesilesiyle kutlanan günler olarak nitelendiriyor gariplerim. Komik, bir o kadar da ironik.

Düşün şimdi neler kutluyoruz.

Yılbaşı gecesi….

Seçeneklerin neydi?

  • Senin evinde kutlanıyorsa: İyi aşçı ve ev sahibi, Benim gibi ne yardan, ne serden vazgeçiyorsan hem aşçı, hem misafir gelmeden kokoşa bağlayan ev sahibesi
  • Dışarıda kutlanıyorsa iyice süslenmiş bir Barbie bebek ve güzel escort…

Sevgililer Günü… Seçenekler:

  • Sevgililik yeni başladıysa en azından bir çiçeğin garanti. Sonra maddi duruma bağlı olarak yemek, otel özel organizasyon ve belki evlilik teklifi filan… Ama tamamında sen süs bebeğe bağlısın. Ve unutma bu erkeğin kendisini seni bulduğu için şanslı olduğundan kutladığı bir gün değil. Senin için kutlanan bir gün (müş!…).
  • Sevgililik başlangıcı eski ve hatta evli isen seçenekler iki tane. Aşk bittiyse aman “o da neymiş”e bağlamaca. Bitmediyse ya kutlanır ama sönük, ya da sözlerle kutlanır. Ama sen yine dünyan aydınlanacak, aşkın tazelenecek gibi traşsız sevgilin için süslenir de süslenirsin.

Acımasız mıyım? Ben değil, ama dünya öyle…

Doğum Günün. Seçeneklerin:

  • Eve pasta gelir. Bulaşıkları sana kitlenecek olan iki mumlu revolver:) Ama buna da şükür. Bir de yaşın kadar mum koyan odunlar var, onlara burada yer vermiyorum.
  • Dışarı yemeğe gidersin çocuk evde bırakıldığından aklın kalır.
  • Şanslıysan, ki şükür ben öyleyim. Hafta sonu özel organizasyon yapılır. Bir hafta sonu olsun prensese bağlarsın ama yine Barbie’ye bağlaman şartı ile.

Anneler Günü…

Buraya kadar olanlar içinde en güzeli. Kutlansa da kutlanmasa da kendini özel hissettiğin tek gün. Dört damlayı alıp mucizeye çevirmeyi kutladığın, gururda zirveyi yaşadığın gün. Yine de “Babalar günü bu kadar ihtişamlı kutlanmıyor.” kıskançlığına maruz kalman garanti.

8 Mart Kadınlar Günü:

İşte bunu seviyorum. Neden mi? Karşılıksız çünkü. Sadece kadın olduğun için, öyle doğduğun için kutlanan bir gün. Hatta canım ülkemde en moderninden en odununa kadar çoğu erkeğin eşi, sevgilisi, çalışanı, komşusu, müşterisi kim olursa olsun kutlamak da beis görmediği nadir günlerden biri, hatta yeganesi.

Anne olmasan da, sevgilin ya da tek taşın olmasa da tebrik edileceğin yegane gün.

Belki büyürken pipimizi amcalara gösteremedik çünkü yoktu, eksiktik:) Ama bizim günümüz var çok şükür.

Belki tecavüzcümüz kravatla ceza indirimi alırken biz kravat takmadığımızdan onu öldürünce dibine kadar ceza alıyoruz. Ama olsun, şükür günümüz var(!)

Belki aynı işi yapıp daha az kazanıyoruz, ama olsun bizim günümüz var.

Çok şey istiyoruz bazen. Adalet, eşitlik, kadına ve hatta insana şiddetten uzak bir dünya. Nankörlük bizim ki. Bizim günümüz var. Tamı tamına 24 saat.

Haklısınız beyler, bizim çok günümüz var. Neden söyleyeyim mi. Çünkü çok işimiz var. Gelecek nesiller başka düşünsün diye, hayat her çift için müşterek olsun diye, oyuncak reyonları kız erkek olarak ayrılmasın diye, iş ilanları erkek/bayan şeklinde verilmesin diye. Yetiştirilecek nesiller var diye…

Kuytu Köşe Sevgililerim

Kuytu Köşe Sevgililerim

Aşkı hep çok sevdim. Sevmeyi çok sevdim, en çok da sevilmeyi.

Ama en çok seni sevdim. İkisi bir arada kahve gibisin. Her şeye hazırlıklı olacak kadar güçlü ve ayık, sevişecek kadar yumuşacık ediyorsun ya kalbimi. Tıpkı ikisi bir arada kahve gibi.

Aşkı, sevdayı, sevgiyi, filmdeki sevgilileri sevdim. Mesela yağmurda şemsiye altı öpüşmelerini, üşüyünce sırta atılan ceket klişelerini. Mevcut film yoksa parkta, sahilde kuytu köşe sevgililerini seyretmeyi sevdim. El ele tutuşmalarının şeklinden sevdaları etiketlemeyi de sevdim, halen severim.

En büyük aşk bizim gibi el ele dolaşanların mesela. En güzel ceket 18 yıl önceden el sallıyor bana. Kahve-yeşil, her iki tarafında altlı üstlü çift cepli. Altlı üstlü farklı cepte eller. Yine de her nasılsa parmaklar ceplik üzerinden temas ederken nereden geldiğini bilmediğim müzik çalıyor o yetenekli ceket:) Hava buz ama ceket ne hikmetse kulaklarımı bile ısıtıyor.

Sevda ne sıcak, aşk ne sarhoş, sevgi ne hesapsız, ne muhteşem.

Hepsini seviyorum. En çok da seni. Ben seni seviyorum dedikçe kızarıp yutkunmanı ve elimi hafifçe sıkmanı seviyorum. Hani -diyemiyorum, sen anla- utangaçlığını seviyorum.

Aşık olamıyorsa insan aşık olanları seyretmeli, filmleri yaşamalı. Kimsenin yüreği aşksız kurumamalı. Gerçek olan en büyük rüyam, fazlasıyla bana dönen en büyük duam benim sevdam.

Bu kadar övdüm aman haaa… Göz koyana acımam, vururken gözümü bile kırpmam. Arkama dönüp de bakmam.

Anlatabildim umarım. Duymadım görmedim filan anlamam:)