Bir Deniz Kızı Hikayesi Bölüm 4- Efsaneler Aşkına

Giyindi, telefonunu, cüzdanını toparlayıp, aşağıdaki fırından birkaç atıştırmalık alıp iskelede Koray Kaptanla buluştu.

Tekneye bindiler, Kaptan çayı demleyip bardakları hazırlarken denizde yenilen her lokmanın nasıl her derde deva olduğunu anlatıyordu. 40 derece ateşi olduğunda bile evde yatmaz gelir teknesinde şifa bulurmuş.

Kaptan’ı dinlerken arada sırada tişörtünün üstünden elleriyle pulların olduğu yere dokunuyor halen orada olduklarını ve bir sanrı olmadığını anlıyordu.

Çayları koyup karşılıklı oturdular. Ege’nin getirdiği simitleri yerken Kaptan dikkatli gözlerle genci süzüyordu.

– İyi misin? Rahatsızım dedin, biraz yorgun olabilir misin?

-Değilim aslında. Fiziki değil de… acayip rüyalar gördüm, insanın kafası yorgun olur ya uyanınca, öyle işte Kaptan.

– Anladım. Hayırlar olsun diyelim hahaha haha ha

Gereksiz kahkaha atan Kaptan’a nazikçe gülümseyerek eşlik etti.

-Bu rüya işi enteresan. Eski denizcilerin işi daha zormuş. Bilirsin bu denizciler yetersiz beslenmeden, güneş çarpmasından, sıla hasretinden, ateşli hastalıklardan muzdaripmiş. Onların bu acılı durumlarından ne kadar efsane çıkmış. Heyecanla dinliyoruz, hatta adamlar filmlerini yapıyor. Deniz kızları, hayalet gemiler, gemilere musallat olan eski kaptanların ruhları. Ohoooo… dünya kadar malzeme

-Hiç böyle düşünmemiştim. Vakit geçirmek için anlatılacak hikayeler uydurulmuş işte diye düşünüyor insan.

-Öyle tabii, kitap yok, olsa da okuyabilen yok. TV yok. Hikaye yaratmak o zamanların senaristliği. Ama bunların çıkış noktaları ya da ilham kaynakları muhtemelen hep tayfaların gördükleri sanrılardır.

-Sen gördün mü hiç Kaptan?

-Haha haha Haha. Ben ne gerçekler gördüm delikanlı, hiç sanrıya gerek kalmadı.

Adamın yerli yersiz attığı kahkahalar onu da neşelendirmiş, huzursuz halinden eser kalmamıştı.

-Açılalım mı biraz? Benim güzel kızım sevmez pek böyle demirli kalmayı.

-Şimdi mi?

-Evet. Neden olmasın? Daha iyi bir programın yoksa tabii, manitayla filan buluşacaksan başka zaman da olur.

-Yok manita filan da… size yük olmayayım. Siz açılmak istiyorsanız ben eşyalarımı alıp gideyim.

-Git artık demek için sormadım. Hakikaten beraber açılalım istiyorum. Yok istemem dersen otur, kahve içeceğiz daha.

Denizden korkar olduğunu o an farketti Ege. Yoksa başka bir zaman olsa böyle bir teklifi reddetmeyi asla düşünmezdi.

Korkmayı gururuna yediremediğinden, üstüne gitmeye karar verip Kaptan’ın teklifini kabul etti. Tekne usul usul denize açılırken korkusu azalıyor, özgüveni yerine geliyordu.

Elleriyle pullarına dokunurken bir yandan da ufka doğru denizle gökyüzünün kavuşmasını seyrediyordu.

Karadan uzaklaşıp denizin sakinliğinde huzur buldukça kendini daha keyifli hissetti.

-Kaptan, Thessalonike’yi bilir misin?

-Bilmez miyim hiç. Ahhh ahhh…Thessalonike güzel Thessalonike! Hiç karşıma çıkmadı nazlı prensesim. Ama bir gün çıkarsa diyeceğim ki Büyük iskender hala yaşıyor ve bizi yönetiyor. Böylelikle canımı bağışlayacak. Sonraaaa önünde diz çöküp aşkımı ilan edeceğim. Eyyy güzel Ege’nin dingin sularının duru prensesi! Ağabeyin İskender dünyanın, sense kalbimin fatihisin! Bir canım var o da senin kuyruğuna kurban olsun!

Kaptanın denize bağırarak yaptığı ilan-ı aşk üzerine ikisi de kahkalara boğuldu.

-Hadi delikanlı. Kahveleri yap gel

Kahveleri yaparken Thessalonike efsanesini düşündü. Büyük İskender genç yaşta öldüğünde kız kardeşi kendisini denize atarak boğulmak istemiş ancak ölmek yerine bir deniz kızına dönüşmüş. Rivayete göre bazen Ege’de gemilerin yolunu keser ve “İskender yaşıyor mu?” diye sorarmış. Sadece “evet yaşıyor ve hala hüküm sürüyor” diyenlerin canını bağışlarmış.

Adını da aldığı Ege ile ilgili olduğundan hep hoş bulduğu bu efsaneyi, Kaptan’ın bu kadar benimsemiş ve abisine sadık prensesi hayallerine kabul etmiş olmasını sempatik bulduğuna karar verdi.

“Neşeli ve hayat dolu bir adam bu Kaptan” diye düşündü.

Kahveleri beceriksizce taşıyarak Kaptan’ın yanına gittiğinde sohbeti daha da koyulaştırdılar. Dün Hakan’ın yalvarmasına rağmen anlatmadığı efsaneleri bugün kendiliğinden anlatıyordu Kaptan.

Atargatis’den Sirenlere kadar birçok örnek verdi. Farklı kültürlerdeki benzer ve farklı yönleri üzerine keyifli bir sohbet oldu. İskoçların Selkie’leri, Karayiplerin Aycayia’sı derken geçen saatlerde Kaptan’ın bilgisine hayran kaldı. Daha önce duymuş, okumuş olduğu efsaneleri detayı ile bilmenin yanında daha önce duymadığı bilgilere de sahipti bu neşeli Kaptan.

-Peki Çay Ninesi’ni duydun mu sen delikanlı? Ya da Su İyesi’ni?

– Çay ninesi mi? Yoo.

– Yaaa. Bak işte her kültürde var bu tip efsanevi karakterler. Çay Ninesi Azeri Efsanesidir, suyu kirletenin canına okur diye söylenir. Su iyesi de Türk Mitolojisi’nde Suyun Koruyucusudur. Bunlar daha az bilinir.

– Bu ikisini ilk defa duydum. Anlatsana

-Anlatırız onları da. Şimdi rızkımızı bulalım, balığımızı yakalayayım, sohbete öyle devam ederiz.

-Bu saatte, burada tutabilecek miyiz balık?

– Benim denizle anlaşmam var, ihtiyacım kadarını alır, geri kalanı korur kollarım. Deniz de bana kucak açar, karnımı doyurur. Su İyesi, Çay Ninesi değilsek de deniz abisi olabilirim. Haha haha Haha.

Hız kesip yavaşça ilerledikten sonra belirlediği noktada Sirene’yi tamamen durdurdu. Dalmaya hazırlanırken tişörtünü çıkarmış olan Ege’nin göbeğindeki şekle dikkatli baktıktan sonra gülümseyerek hiçbirşey söylemeden kendini deniz attı Kaptan. Gitmesinden bir dakika ancak geçmişken teknenin diğer tarafından yüzeye çıktı. Büyük balığı tekneye bırakıp elini uzatan gence tutunarak tekneye çıktı.

-Ne çabuk buluştun rızkınla kaptan?

-Söyledim sana! Bizim anlaşmamız var diye. Ha haha hahaha

Her an büyük kahkahalar koparan Kaptana hayretle bakıyordu.

Kaptan eline aldığı havluyla yüzünü kuruladıktan sonra gencin karnındaki şekle bakarak seslendi

-Bunlardan bir daha göreceğimi düşünmüyordum. Çok şanslıyım sanırım.

Ege şaşkınlıkla göbeğine sonra da Kaptana baktı. Gerçekten o izden bahsediyor olabilir miydi?

-Görmüş müydün daha önce?

-Aslında nadirdir, çoğu denizci de -sadece söylentiden ibarettir-der ama ben daha önce gördüm.

-Böyle leke cidden gördün mü daha önce?

-Leke mi?

-Sabah dedim ya hastayım biraz diye. Egzama filan gibi birşey mi, bulaşıcı bir durum olur mu diye istememiştim.

-Bulaştırmak mı? Haha Hahaha Hahaha. Ay sen çok yaşa. Ah keşke! İstesen de bulaştıramazsın.

Anlamamış gözlerle ellerini iki yana açmış ne olur bilgi ver dercesine yalvaran gözlerle bakıyordu Kaptana.

-Korkma korkma hastalık filan değil. Egzama da değil. Elbet ailende de vardır. Benim dedemde vardı mesela. Çok havalı bir denizciydi. Senelerce onlarla yaşadı. Ne birine bulaştırdı ne de kendisi hasta oldu.

-Kendisi ile tanışabilir miyim? Merak ettim ondaki görüntü nasıl?

Kaptan havluyu kenara bırakıp yaklaştı.

-Müsaade eder misin? Dokunabilir miyim?

Başıyla onayladı genç adam.

-Hmm… Aynısı sayılır. 3 pul. Renkleri seninkinden daha parlaktı. Böyle nasıl diyeyim… mücevher gibi parlardı adeta. Uzun da bir ömür sürdü Dedem. Denizde yaşadı, sevdiği denizde de bir tekne kazasında veda etti bize. Maalesef dedem aramızdan ayrılalı çok oluyor.

-Hasta filan değildi yani?

– Yok yahu ne hastalığı. Bir gün yoruldum dediğini bile duymadık. Dedemin pulları daha ufaktı. Böyle de söyleyince komik geliyor kulağa ama puldu işte ve gerçekten daha ufaktı. Sihirli bir balığın pulları yapışmış gibi görünürdü.

Sonraki Bölümü Oku

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir