Çatır Çatır

Sabahtan beri kıskançlık kıskacında gönlüm eziliyor. Ezilirken çıkardığı sesleri duyuyorum gibi geliyor. Hakikaten “kıskançlıktan çatlamak” çok yerinde bir deyimmiş. Yeni fark ettim. Dedim iki satır yazayım rahatlayayım.
Makul kıskanmakta problem yok. Rahat rahat göğsünü gere gere söylersin.
Yalnız kendimi mütemadiyen saçma sapan şeyleri kıskanırken yakalıyorum. Zor oluyor. Ne kendine ne başkasına izah edebilirsin.
Yaz tatilinde çarşaf gibi denizde canımı dişime takıp ilerlemeye çalışıp, nefes nefese kalırken; yanımdan iki katım hızda yüzen, emekli matematik öğretmenini kıskanıyorum. Fönlü saçı ve numaralı gözlüğünü ıslanmaktan koruduğu yetmiyormuş gibi süper havalı bir şapkayı da sürece dahil ederek kuru tutmayı başardığında kıskançlıkta Nirvanaya ulaşıyorum.
Hayatın doğal sürecini sindirmiş insanları da kıskanıyorum. Geçenlerde beni ele geçiren ve ağrıdan uykularımı kaçıran bir süreç yaşadım. Yok yahu regl ağrımı anlatmayacağım dur merak etme. Hani şöyle “Aman aman aman. Amanın bacaağğğaam bileğgghiiimm ağrıiiyyy, ölüyom bennnn” diye bağırttıran cinsten. Neyse işte evlerden ırak. O tip bir ağrılı gecenin sabahında yaşıtım sayılan bir arkadaşımın “E olcek tabi şekerim, artık 18’lik değiliz” demesiyle ben fezaya çıkıp ikimize tepeden baktım. Kuş bakışı seyrimde arkadaşımın bünyesi gayet sindirmiş ve huzurlu idi. Elbette yaş ilerledikçe makine yağ yakacak, değişmesi gereken parçalar olacaktı. Mutlaka bu hastalığın bir adı vardı ve/veya doğrudan yaşlanmaya delaletti, doğaldı.
Makul, mükemmel, huzurlu … Hatunun bendeki çağrışımı bu oldu. Sonra kendime baktım aynı mesafeden.

Kafamdaki kocaman düşünce baloncuğunda şunlar vardı. Elbette ki bunun sebebi henüz keşfedilmemiş olan bir virüstü. Bu virüs maaaaaazallah başkasında olsa çoktan öbür tarafı boylamış ya da ağrılara dayanamayarak kendini bıçaklamıştı. Allah’tan virüs beni seçmişti de bu mükemmel bünyede az biraz sarsıntı yaratmakla birlikte eninde sonunda defolup gidecekti. İnsanlığı ve özellikle Tıp dünyasını büyük beladan kurtarmış olacaktım. İkinci senaryom da gece beni uzaylıların kaçırıp mükemmel bünyemde testler uygulamasından mütevellit, artçıl operasyon ağrıları çekiyordum. Tüm testler bittiğinde beni rahat bırakacak ve ağrılarım son bulacaktı. Ben birinci senaryoyu daha akla yatkın (!) buldum. Bak şimdi ben yazarken bile yoruldum. Ben bu ultra saçma mazeretler zincirine kafa yorarken, hatun bunları düşünmeyi bırak, yel değirmenleriyle ve daha çoklukla da zamanla savaşmayıp “an”da kalabiliyor. Huzuru, dinginliği kıskanma da ne yap şimdi?
En çok da şarkı sözlerini kıskanırım. Şu an içimde patlayan birkaç tanesi var. Lakin örnek verirsem araştırmak, aslında kimin yazdığını bulup isim vermek gerekecek filan -uzun iş. Ben yazmadım ya başkası kapmış söylemiş işte. Bana geçmiş olsun onların yüreğine sağlık olsun. Kıskanmak ve ulen ……… O nasıl bir kafa, nasıl bir ruh hali demek geçiyor insanın içinden.
Kalemleri de kıskanırım. ……Vu huuuuuuu. Ben kıskanç, iğrenç bir insanmışım da haberim yokmuş. Yazdıkça kendimden tiksindim. Kıskanma duygusu olmayan insanları da kıskandım şu an.
Kalemi kıskanmayı normal karşılıyorum aslında. Hatta yazar ne kadar önce ölmüş ve ne kadar farklı bir yüzyılda yaşamışsa kıskançlık uyandırması o kadar normal. Ama dün sırf meraktan gencecik bir kalemin yazılarından birkaç satır okuyayım dedim. Niyetim; bir arkadaşa bakıp çıkacağım mottosuyla, çaktırmadan ortamı, üslubu tartıp; mümkünse burun kıvıracak üç beş hata bulup bırakmaktı. Elimde zaten mevcut olan ve yazarı çoktaaaan Allah’ın Rahmetine kavuşmuş bir eser varken bu yeni yetme ile vakit harcanmazdı. Nasıl kapıldıysam sayfalarca okuyup uykusuz kaldım. O ne lezzet “Zalımın Oğlu”. Her daim uzun cümleler kurmaktan şikayetçi oldum. Bu ayarsız, utanmaz kalem ise kısacık ve muhteşem akıcı cümlelerle tabiri caizse öttürmüş. Gel de delirme, gel de kıskanma. Ya bu neden benim kalemin değil diye diye yudum yudum okudum. İsim tabii ki vermeyeceğim:) Yakında yıldızı parlar. Sıkıntı çıkmasın. “Sen kimsin ki?” dese diyecek lafım yok. Haklı çünkü. Bu yetenekle yolu açık olsun diyerek uzaktan uzağa diş bileyip kıskanmaktan başka yapacak bir şey yok.
Yazdım rahatladım mı? Bilmem. Belki biraz. Eğer o ayarsızın yazdıklarından birkaç bölüm daha okuma isteğimi bastırmaz isem sabaha kıskançlığım şarj olmuş bir şekilde yine beni selamlayacak. Dur bakalım. Belki kendime yeni bir hedef daha bulur onu kıskanırım. Sabah ola hayır ola değil mi ama?
Sakalsız ve bıyıksız olan hanımları ve beyleri yanacıklarından öper, geri kalanların bakımsızlıktaki özgüvenlerini kıskandığımı saygılarımla arz ederim efenim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir