Yadırgak Patlıcan

Yadırgak Patlıcan

Bilmediğin kelime ve kalıpları oraya buraya serpiştirmek, çocuklar yapınca eğlenceli oluyor. Yetişkin bünyeler yaptığında ise utanacağın anılar biriktirmekten başka bir işe yaramıyor. Yapmayın annem, yapmayın kuzum!

Kelimeleri beğeniyorsan ve fakat sözlük açıp bakmaya üşenen bir bünyeye sahipsen, hiç kullanma demiyorum. Hobi olarak yine cümle içinde kullan, lakin bunu topluma açık mecralarda yapma gözünü seveyim.

Peki ben bu konuda bilirkişi miyim? Yooo…

Hiç komik duruma düşmedim mi? Bittabi düştüm!

Hepsini paylaşıp, utanç verici anılarımı topluma açmak gibi bir düşünceye sahip olmasam da, aklıma geldikçe güldüğümü paylaşmamda bir sakınca yok. Üstelik ana dilimde utanmadım.

Böyle bir anım Farsça ile ilgili var.

Farsça bazı kelimelerin kulağa hoş geldiğini düşünürüm hep. Azeri kelimelerde de şiirsel hitaplar vardır. Hani bizim Doğu yörelerimizde de rast gelebildiğiniz türden; sevdiceğin, evladın sana seslendiğinde Caaaaannnn… denir mesela. “Efendim?” gibi bir yanıt.

Neyse işte, ilk ve son kez İran’a gittiğimde de Azeri Türkçesi, Farsça ve İngilizce karışık giden bir yemekli görüşme esnasında badem can diye bir ifade duymuştum. Babamın evlat sevgisi çok kabardığı ve normalde sıkıcılık seviyesinde ve karşısındakine öz güven eksikliği yaşatacak kadar düzgün olan Türkçe’sinin değiştiği zamanlarda, yüreğinden kopup gelen Caaaannn ifadesine benzediğinden, havada kaptım ifadeyi. Çok sevdim ve kullanayım istedim.

Seyahat dönüşü, o zamanlar 3-4 yaşlarında olan oğluma kavuştuğumda birkaç hafta süresince ona badem caaan diye seslenir oldum.

O kadar içten diyorum ki Babamın dile gelmiş yüreği benim Badem Caaaannnn diye uzatıp, kendimce muhteşem vurguladığım hitabımda artarak vücut buluyor. Yavrum da benim bu heyecanlı seslenişime kocaman gülümsemelerle karşılık veriyor tabii. İçim yarılıp, sevgim akıyor çünkü dudaklarımdan.

Aşırdığım ifade ile ikimiz de çok mutluyuz çokkk!

Sonunda akıl edip, İranlı arkadaşa bu ifadenin tam karşılığını sorduğumda patlıcan olduğunu öğrendim. Dudaklarımdan yol bulup dışarı akan evlat sevgim değil, kabzımal lügatıymış meğer.

Bir daha kullanmadım. Yüreğim çok taşarsa “Caaaaannnn” diyorum babam gibi.

Benim için neşeli bir anı, bak utanmıyorum buraya yazarken. Sevgimi ifade etmek için yeni kelimeler, yollar aramışım. İyi niyetimden kurtarıyorum.

Bir de olduğundan daha entelektüel görünmek için kullananlar var ki; üzülüyor insan. Bazı durumlarda ise amaç, öyle zırvalayayım ki karşımdaki ne dediğimi anlamasın ve ikna olsun, oluyor.  Onlara zaten diyecek söz yok.

Şimdi yeni bir çeşit daha türedi. Sosyal medya gündeminde denk gelenleriniz vardır belki. Iftira atmak üzere kurguladığın karakteri konuşturmak için yapılan troll paylaşımlardan bahsediyorum.

Yapmayın annem, yapmayın kuzum!

Laik ve Seküler olmanın, arka fonda müzik ve şarap ile sağlandığına inananlar olduğunu düşünmek başka, bunu dile getirmek ve hatta bu konuda montajlar yapmak başka şey.

Troll olayım derken role kendini kaptırıp “buna uymazsan seni de yadırgarım” diyerek; yadırgama mefhumunun bir politik duruş, bir protesto şekli olduğuna inanacak kafaya nasıl geldin, onu da bir izah ediver.

Asıl yadırganacak durum, bilmediğini de bilmemek (bkz doğru yerde kullandım)

Kıyağım olsun, ben uydurayım şimdi.

Bundan böyle bilmediğini bilmeyenleri yadırgayacağıma, patlıcan sevmeyenler de olduğu gerçeğini yadsımayacağıma, bu sözlerimi kanıksayacağıma ant içerim!

Oldu mu? Olmadıysa yadırgayıverirsin.

Ne vakittir dememişim, bir uyarayım. Sakal bıyık tıraşınıza gereken ihtimamı (bkz. TDK ihtimam sözlük anlamı) gösterin sevgili dostlar.

Paris’e Varamadım Santrifüj Yapamadım

Paris’e Varamadım Santrifüj Yapamadım

1975’te Dadaş Diyarı’nda Moulin Rouge olabiliyorsa 1997-2001 arası yıllarda, daha batıdaki bir büyük şehirde neden olmasındı ki? Başladım aramaya kendi Moulin Rouge’umu. Sene 1997, şehir Bursa. Bulduğum cafe’nin adı Mağara Inn. Bırak 1975’in Moulin Rouge’unu, daha Fransız İhtilali’ne bile varamamışım!

Annemle babam, üniversitede tanışma hikayelerini “Bizim zamanımızda kantinler bile ilim irfan yuvasıydı” diye havalı anekdotlarla anlatırlardı. Moulin Rouge Kafe’de kitaplar okunur, çok dolu sohbetler yaparlarmış filan. Bu anlatılanlar 1970’lerin Erzurum’unda geçiyor😊. Kendi adıma Erzurum’un o yıllardaki halinde, Paris esintili kafe ismini yadırgamakla birlikte ortamın da abartıldığı ve “bak kızım, üniversitede sağa sola alıcı gözle bakma, varsa yoksa ilim irfanla uğraş” mealinde yönlendirmeler olduğunu düşünüyorum.

Yine de işime gelen kısmını hayallerime malzeme yapmışlığım vardır. Hayallerimde canlanan havalı isimli o kafelerde, Tolstoy mu Dostoyevski mi tartışan; benim havalı kütüphanemden ve yeri geldiğinde, bir yazarı heyecanla savunan veya duruma göre yeren bünyeme hasta kalacak arkadaşlar -mümkünse en yakışıklılarından elbette- hayal ederdim. Sene 1975 Dadaş Diyarı’nda Moulin Rouge olabiliyorsa 1997-2001 arası yıllarda, daha batıdaki bir büyük şehirde neden olmasındı ki?

İşte bu hülyalarla girdim sınava. Hayaller İstanbul, Ankara ve belki İzmir’de bir Üniversite iken oralarda istediğim bölüme nefesim yetmeyince, Bursa’da okumak kısmet oldu.

Kamu Spotumsu çıkarımım: Moulin Rouge ve biscolata bünyeli arkadaşlarla ilgili hayallere daha az zaman ayırıp, daha fazla ders çalışmak lazımmış demek ki.  

Büyük şehir, köklü üniversite diye motive olarak dedim ki; ben de anı biriktireceğim, ileride de çocuklarıma anlatacağım “Ahhh Ahh bizim zamanımızda kafeler, kantinler ilim irfan yuvasıydı evladım. O sosyal aktiviteden bir diğerine koşardık”

Hayalimdeki çocuklarıma kuracağım cümlelerimi hazırlamış olarak vardım fakülteye. Gerçekler hayallerimden çoook uzaktı oysa. Değil sosyal aktiviteye gitmek, bir fakültedeki dersten, bir diğerinde verilene yetişmek için dilim dışarıda tepeyi aşmak için koştururken buldum kendimi. Uydurmuş olmayayım, bazen hava çok soğuksa, minibüse indi-bindi ücreti verip giderdik. Mesafe öyle bir mesafe, yan binaya geçiyorduk sanılmasın. Hayatın her döneminde spora mesafeli olan bünyemi bu koşuşturma çok yordu.

Hatta ve hatta, bu kadar koşuşturma, tırmanma yaptığımıza göre diplomanın yanı sıra tezkere bile verirler diye ümitliydim.

Hayatım boyunca trekkinge para vermedim. Zamanında 3 sene (son sene tüm dersler kendi bölümümüz bünyesinde tek binada yapılır oldu şükür) üstüne burs da alarak yaptığım bir aktiviteye neden para vereyim arkadaş?

Başladım aramaya kendi Moulin Rouge’umu. Sene 1997, şehir Bursa. Benim bulduğum cafe’nin adı ne peki? Mağara Inn. İnsanlığın gelişimine ters yönde ilerleyen bir durum söz konusu, bırak 1975’in Moulin Rouge’unu, daha Fransız İhtilali’ne bile varamamışım! Yanlış hatırlamıyorsam Heykel istikametine doğru çıkarken meşhur yokuşlu caddelerden birinde sağda bir tepenin içerisindeki bir taş oyuğunu, kafeye çevirmişlerdi. İçine 2 sedir ve üç adet -illa ki kırmızısı yoğun- kilim, ortaya kütük üstüne sinide bakır kap konularak yapılmış, olmazsa olmaz dekorasyonlu bir yer. O kadar loş ki; değil kitap okumayı, burnunu düşürsen bulamaz, hayatına 4 duyu ile devam edersin. Mağarada darlandım, dışarıda oturayım dersen, küçük ön bahçesinde taş zemin üzerinde 3 masa var. Bu kısım Fransız ihtilaline ilaveten sanayi devrimini de görmüş geçirmiş, hatta teknoloji o kadar ilerlemiş ki plastik icat olunmuş, masa sandalye plastikten mamül, 3 metre yanından da belediye otobüsleri geçiyor. Velhasılı kelam, aradığım irfan yuvası değildi.

Vazgeçmedim, dedim derslerde bir Moulin Rouge havası yakalanır. Çünkü ebeveynlerimin “Kafelerde kitaplar okunur, tartışılırdı” minvalindeki girizgahlarından sonraki cümleleri genelde -hocalarıyla arkadaş gibi oldukları ve hayata dair pek çok aydınlanmayı kendilerine borçlu oldukları- şeklinde devam ederdi. Dolayısıyla hayalimde, pipolu ve illa ki keçi sakallı akademisyenler şöyle diyordu “Gençler; bilgi ulaşmak isteyene her daim yakındır. Bilimi sadece ders kitaplarında aramayın. İlgisi olan zaten okur öğrenir; gelin biz  Fransız sinemasından bahsedelim biraz, hatta bakın biscolata erkeği bu arkadaşımız size çekimlerde tanıştığı farklı coğrafyalardan insanların gıda saklama yöntemlerini konu edinen bilimsel tezini, tişörtsüz olarak anlatsın”

“Bu ne” deme! Bahsetmek istediğim kavramların altını çiziyorum bak. Yapabiliyorsan sen daha anlamlı bir paragraf yaz.

  1. Biscolata erkeği (mümkünse tişörtsüz)
  2. Tarihte Gıda saklama yöntemleri
  3. Nezih Akademik Ortam ve kitapları ezberletmeyen -gerçek hayat dışarıda gençler- mottolu bir Akademisyen
  4. Moulin Rouge veya o ayarda Fransız esintileri taşıyan ortam

Hadi buyur😊

Hocalarımız sağ olsunlar, alanlarında gayet başarılılardı. Kendilerine tek kırgınlığım biri de sınıfa ya da laboratuvara biscolata erkeği getirmedi ki bize tez çalışması ile feyz versin😊

Hayallerimdeki Fransız esintili kurgulara en çok yaklaştığım an, derslerde santrifüj tekniğinin anlatılmaya başladığı yıldı. Çok heyecanlandım elbette. Santrifüj, seperasyon, spektrum….. Ohh dedim ohhh. Tabii ki 1. Sınıf çömezleri bistrolarda bir eli cebinde dünya edebiyatının tartışıldığı, sanat tarihinden örnekler verilen görüşmelere almıyorlardır. 2. Sınıfa gelince girizgahı yapıyorlar.

Şimdi bu satırları yazarken geriye dönüp okuduğumda, fark ediyorum ki galiba ben Gıda Mühendisi olmamalıymışım. Fakülteden beklentilerimin, alandan ne kadar uzak olduğuna bakınca; teknik resim dersini bütünlemede zorla geçebilmiş olmam gayet normal. Hatta ve hatta, bu satırları o zaman yazmış olsaydım, bütünlemede bile geçmememi sağlamaları gerekirmiş.

Santrifüj Kelime anlamı: Fransızca centrifuge 1. Sıfat, fizik Merkezkaç ; 2. İsim Merkezkaç kuvvetten yararlanarak bir karışımın taşıdığı çökebilir ögeleri ayırıp çöktürmekte kullanılan laboratuvar aleti, santrifüjör. …….. (bkz TDK Sözlük)

Tamam, güzel de; benim beklentim bu değil. İstiyorum ki tatilde eve gidince hava atayım bizimkilere, dersler su gibi akıp gidiyor, kalan zamanlarımızda hep santrifüj, hep seperasyon….

Yutturamayacağımı ve hatta “ah ben buna hamileyken folik asit alamadım ondan böyle alık oldu bu” diye Rahmetli Annemi kedere gark edeceğimi kestirerek, bu cümleleri kurmadım. Hayallerimdeki ilim irfan yuvası kantinlere ulaşamamamın acısını, böğrüme gömüp, yoluma devam ettim. Az buçuk form tuttum, diplomamı aldım, tezkere sordum yüzüme boş baktılar, döndüm geldim.

(Allah’ım n’oluuur diplomamı geri almasınlar! Amin)

Bu yazının amacı ne mi? Benim ergenlik yıllarımda kurduğum muhteşem saçma hayallerimin, bu alanda da gerçek hayatla örtüşmediğinin tespiti dışında bir amacı, sonucu faydası yok.

Buraya kadar okuduysanız, size ne faydası var peki? Çok faydalı diyemem. Lakin, en azından iki yerde tebessüm edip, kendi gençliğinin hayallerinin kaçı gerçek olmuş, kaçı “iyi ki gerçekleşmemiş” diye birkaç dakika gökyüzüne ya da dümdüz tavana bakıp düşünmene vesile olduysa ne ala.

Sağlık, neşe, mutluluk ve iç huzuruyla kalın.

Metamorfoz Masalı

Metamorfoz Masalı

Gelmiş kapıdan sürünerek giriyor.

“Hayırdır?” dedim.

Yol boyu tüm kurbağaları öpe öpe gelmiş, deli.

“Manyak mısın” dedim.

“Hayır, aşk peşindeyim. Öpünce prens oluyormuş.” diyor.

-“Emsal var mı?”

-“Yok, rivayet var”

Çünkü aşk emek ister, fedakarlık ister filan filan, bir araba laf.

-“Peki güzelim! Aşk’ın bundan haberi var mı?”

Aşk ete kemiğe bürünse, karşına gelse mesela, sen de desen ki

“O kadar kurbağa öpüyorum, benden neden kaçıyorsun Ey Aşk? “

Aferin mi diyecek sanıyorsun? Yoksa, normalde ne yapıyorsan onu yap ki seninle onları yapabilecek birine denk gelirsin mi diyecek?

Kızlar, kurbağa masallarına inanıp olur olmaz adamları değiştirmeye çalışmayın. Kurbağaysa kurbağa kalır o. Ne sen kahraman prenses olursun, ne de o prens olur. Siğillere bulandığınızla kalırsınız haberiniz ola.

Bak bunlar hep dış minnakların uydurmaları. İnanıp cücelere hizmetçilik edip boş zamanlarında ipek böceği yalayan, solucana kur yapanlar kendilerini heba edecek. Demedi demeyin.

Yok ben illa kendi prensimi yapacağım diye ısrarla kurbağa adamların peşinden koşan, metamorfoz sevici bünyelere birer şişe ağız gargarası AkrepleYelkovan’dan hediyedir.

Beden ve ruh sağlığıyla kalın.

Yarasana Kurban

Yarasana Kurban

Bir midesizin yarasaya olan ilgisi sebebiyle dünyanın geldiği hale bak!

Smokinli, fit, yakışıklı, şatoda yaşayan taş gibi adamların, ilik gibi hatunların bulunduğu Vampir filmlerine yakışan hayvanatı sen ne diye 26 cm servis tabağına alıyorsun? 

Yazabilmek için neşelenmeyi beklersem o gün hiç gelmeyecek sanırım. Covid 19, Corona ya da korona ne belaysa işte, bitecek gibi değil. Üç beş satır sohbet edelim arayı açmayalım. Gündem malum. Pandemi…

Sürecin olumsuzluklarından bahsetmeyeceğim. Zaten olmayan tadımız kaçmasın.

Bir midesizin yarasaya olan ilgisi sebebiyle dünyanın geldiği hale bak.

Smokinli, fit, yakışıklı, şatoda yaşayan taş gibi adamların, ilik gibi hatunların bulunduğu Vampir filmlerine yakışan hayvanatı sen ne diye 26 cm servis tabağına alıyorsun? 

Yine de zorlayıp iyi yanlarını keşfe çıkalım hep birlikte.

  • Herkes pasta, kek ekmek ustası oldu.
  • Örgü ipi satışları patladı.
  • Bahçe-bitki işlerine ilgi arttı. Markette hanımının verdiği siparişi yanlış almaktan korkarak bu maydanoz mu Roka mı diye elindeki dere otunu gösteren adam, evinde-balkonunda domates yetiştirmeye başladı mesela.
  • Teknolojiyle arası iyi olmayanlar bile ucundan kıyısından yanaştı.
  • Diziler bir süre çekilemeyince haber izlemeye başlayanlarımız oldu. Dolayısıyla hepimiz birer politikacıyız şu sıralar. MB faizlerini eleştirmek, ekonomi politikaları önermek her aile için sıradanlaştı. Tabii bunda koltuğa oturanlardan çok da farkımız olmadığını anlamamızın ve kendimize güvenimizin gelmesinin de payı büyük.
  • Millet olarak soru sormayı öğrendik. (Bkz: 128 milyar dolar nerede?)
  • Anaların tamamı, babaların bir kısmı sınıf öğretmeni oldu. Ki bence bu aslında kazanım değil kayıp hanesine yazılmalı. Durum vahim! Hayırlısıyla okullar açılıp, yüz yüze eğitime dönüldüğünde, çocukların bozduğumuz ayarlarını düzeltmek için Öğretmenlerimiz çoook uğraşacak.
  • Hayatında okul kitabı dışında eline kitap almamış olanlarımız bile üç beş sipariş verdiler tabii. Hep zamansızlıktan yakınırız. İşte o zamanı elde ettiğimiz kapanma günleri ve gecelerinde o denemelerden bazıları başarıya ulaştı, okundu; bazıları sadece sosyal medyada hashtag olarak kullanıldı.

  • Spor aletleri alındı. Aletlerin akıbeti meçhul tabii. Çoğumuzda ilgi alaka, toz alma seviyesinde kaldı.
  • Ama bak işte, en güzel kazanım ne biliyor musun? Sabunla, suyla ve hatta dezenfektanla tanışanlar oldu bu vesileyle. Bu pandeminin sevilecek yanı yok. Lakin sırf bu temizlik anlayışındaki gelişme sebebiyle “yarasana kurban Wuhan” nidaları da gelmiyor değil hani içimden bazen.

Yine de akıllı olun arkadaş! Kalabalık ülkeyiz, doymuyoruz deyip saçma sapan şeyler yemeyin allasen. “Alo” deyin yuvalama atayım, pirinçli mamüldür seversiniz siz. Dolma da olur, o da pirinçli. Ekmek yiyin ayrıca! Ekmeksiz doymazsın tabii. Sonra efendim hangi kokmuş böceği, sürüngeni yesem diye döner durursun.

Konuyla alakası yok ama merak ettiğim bir husus daha var. Ortalama bir Türk erkeği bile sürpriz yapacaksa, yüzüğü bir pastanın içine ya da daha etnik dokunuşları olsun isterse içli köfteye koyabilir.

Peki, Çinli romantikler ne yapıyor? Yüzüğü Yarasanın neresine saklıyor? Hadi diyelim o fare görünümlü ağzına tıktı. Etkisi romantik oluyor mu cidden?

Yarasa yiyeni ezip küçük gördükten sonra, mutfağıma geçip işkembe çorbası yapacak olmam da ayrı bir tezat!

Olsun, siz yine de Soran olursa “Istakoz dışında böcek yemez, kontes gibi kadındır” dersiniz.

Sakalsız bıyıksız kadın ve erkek okurları yanacıklarından sosyal mesafeli öper, sağlıklı günler dilerim.

Yansın Alem

Yansın Alem

Evrende yalnız olamayız. Yanılıyorsam ve koskoca evrenin en akıllısı biz insanlar isek “yansın bu alem”.

Evrende yalnız olamayız. Lakin, yalnızlaştırılıyor olabiliriz.

Bakın, burası çokomelli. Kanaatimce çok uzun zaman önce bizi keşfettiler. Sonra da; ufak ufak bizden uzaklaşmaya başladılar. Evren genişliyor teorisi yalan, akıllı olun! Genişlediği filan yok, sadece diğer gezegenler etrafımızdan uzaklaşıyorlar.

Sen sanıyor musun elin uzaylısı bize bayılıyor? Net “tiksiniyorlar” bizden.

Düşün şimdi Mr Spock’ (Sıpak)ın büyük büyük dedesi gelmiş Dünya’ya. Spock dediğin, Vulcan’ın (Vulkan) Z kuşağı nihayetinde. Sen asıl büyük büyük dedesini hayal et. Adap, usül, erkan bilen eski kuşak. Tahammül edememiş haliyle.

Rivayet olunur ki; Spock Dede gözlemlerinden sonra “böylesi olmaz olsun” diyerek göz yaşları içerisinde Dünyamızı terk ederken, yaşanan arbede esnasında son çare olarak Phaser (fazer diye okunan yanar dönerli lazer silah)’ini bizlere doğrulttuğunda, bazı dünyalılar beleş epilasyon diye öne atılıp göğüslerini ışınlara siper etmiştir. Şaşıran Spock Dede, silahını arkasında bırakarak kaçmıştır. İki farklı yaşam türünün yakın temaslarından ilkinin anısı olan ve yeni nesil epilasyon cihazlarının prototipi olan bu cihaz, güvenlik sebepleriyle elbette şu an hiçbir yerde sergilenmemektedir.

Günümüzde olsa, Işık hızında giden Uzay gemisi var diye aklını alırlar adamın vergi diye. Modifiye sayılacağından, trafik muayenesini bile geçemez.

Hele ki Z Kuşağı bir Vulcan’lının hayat standartlarını hiç karşılayamayız. Oraya buraya Işınlanmak isteyecek haspam. Evde 2’den fazla çocuk olduğunda 4G ile online derse bile bağlanamıyoruz biz. Görüntüyü taşıyamadığımız olanaklarla, senin kolunu/bacağını nereye gönderelim Vulcanlı dayı?

Zaten Vulcanlı arkadaşımız, tez zamanda ışınlama cihazını çaldırır ve dünya basınında garip manşetlere sebep olurdu.

Türkiye’den muhtemel haber başlıklarından örnekler

Silivri’de açıklanamayan ışık hüzmelerinden sonra olanlar, yetkilileri endişelendiriyor

Açıklanamayan ışık hüzmelerinin ardından ortaya çıkan yeni mahkumlar, hapishane yönetimini endişeye düşürdü. Mevcut nüfusun ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan tesis yönetimi, diğer bölgelere transfer için Merkez’den yardım talebinde bulunduklarını açıkladı.

O yetkiliden haber alınamayışı, “Işınlandı mı?” sorusunu akıllara getirdi!

Sosyal Medya hesabından vedasını paylaştıktan sonra kendisinden haber alınamayan yetkilinin, isteği dışında bilinmeyen bir bölgeye ışınlandığı iddiaları gündeme taşındı.

Çapkın Bünyelere Kötü Haber! Mucize Teknoloji İçin Yeni Düzenleme Yolda.

Dünyaca ünlü model Adriana’nın çeşitli uzuvlarının Türkiye’nin farklı yerlerinde bulunmasından sonra inceleme başlatan yetkililer, farklı noktalardan aynı anda ışınlanmaya çalışıldığında sistemde aşırı yüklenme sonucu bu tip sorunların yaşandığı konusunda kullanıcıları uyardı.

“Hiçbirinize yar olmadı kadın işte” diyerek serzenişte bulunan üst düzey bir yetkili, Işınlanma teknolojisinin kullanımının kısıtlanması ve VPN üzerinden erişimlerin de engellenmesi için yeni yasa tasarısı teklifini gündeme getirdiklerini belirtti. Geçtiğimiz günlerde ünlü oyuncu Kıvanç T’un bedeninin de yine farklı bölgelere dağılmış bulunması ve “parçala beni bebeğim” isimli sosyal medya oluşumu üyelerinden bazılarının konuyla ilgili gözaltına alınmasıyla sonuçlanan hadise sebebiyle gündemde olan konunun aciliyeti, bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu.

Cansu Dere’yi beklerken karşısında O ünlüyü buldu!

Zino show’un konuklarından Cansu Dere’yi ışınlamak isterken yanlışlıkla Necati Şaşmaz’ı karşısında bulan D.Y. “Çok pişmanım. Yaşadığım travma bir ömür peşimi bırakmayacak” diyerek pişmanlığını dile getirdi.

Derbi Maçını İzlemek İsterken Hastanelik oldu!

Derbi maçını kaçak izlemek amacıyla ışınlanan M.F., kendisini rakip tribünde bulunca rakip taraftarlar tarafından hastanelik edildi. Hayati tehlikesi bulunmadığı belirtilen M.F.’nin yanlış koordinatlar sebebiyle yaşadığı talihsizlik, geçtiğimiz hafta oynanan bir diğer derbi maçında hakemin yanında beliren Ç.H. isimli kaçak seyirciyi akılllara getirdi.

Olayın ardından TFF, tüm stadyumlara frekans bozucu teknoloji yerleştirilmediği takdirde bu tip olayların Futbol dünyasında daha sık yaşanacağı endişesini dile getiren bir açıklama yaptı. Yetkililere seslenen TFF sözcüsü “resmi olarak yaptığımız başvuruyu bir kez daha kamuoyu huzurunda dile getirerek durumun aciliyetini hatırlatmak istiyoruz” sözleriyle, düzenlemelerin hızlandırılması gerektiği yönünde uyarılarını tekrarladı.

Dünya Basınından Muhtemel Manşetler

Dünya Devi’nden Açıklama: Kapıdan Kovuyoruz Bacadan Giriyor!

1 gün içinde kendisini 5 kez oval ofise ışınlayarak twitter hesabından selfie paylaşan Trump, Dow Jones’ta ani dalgalanmalara sebep oldu.

“Selfie’sini çekince geri gönderiyoruz, endişeye mahal yok” şeklinde beyanat veren Biden’ın sakin yaklaşımı piyasaları yatıştırmaya yetmedi.

O Ülkede Kadınların Işınlanması Yasak!

Işınlanmak caiz mi, değil mi tartışmaları devam ederken, bir ülke Kadınların ışınlanmasının zinhar caiz olmadığı yönünde karar alındığını açıkladı. Yapılan açıklamayla; ülke genelinde kadınların ülke içi veya uluslararası ışınlanmasının kesinlikle yasak olduğu, yasakların delinmesi durumunda, göktaşları ile suçlunun recminin gerçekleştirileceğini duyurdu. Dayanak olarak ışınlanma esnasında partiküllerin abdestli diğer vatandaşların partikülleri ile nasıl karşılaştığı ve iç içe geçme olup olmadığı hususunun net olmadığı ve bilinmeyen risklerin kadınlar için alınamayacağı belirtildi.

Yapılan resmi açıklamanın devamında yer alan “Değerli erkek vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştıracağını düşündüğümüz bu teknolojinin kullanımının caiz olup olmadığı konusunda uzmanlarımızın çalışmaları son aşamaya gelmiştir. Yakın zamanda müjdeli haberi kamuoyu ile paylaşacağız” ifadeleri dikkat çekti.

İOS ve Android Savaşları Mobil Işınlanma Sektörüne de Darbeyi vurdu.

İos ve Android teknoloji arasındaki teknoloji savaşı, mobil ışınlanma uygulamalarına da büyük zorluklar getirmeye devam ediyor.

Konuyla ilgili açıklama yapan NURPORT mobil ışınlama uygulamasının yaratıcısı Memduh Ledışık, şok edici açıklamalarda bulundu. İos ve Android savaşlarının, teknolojinin yaygınlaşmasının önünde en büyük engel olduğunu belirten Ledışık “teknoloji deviyim diye geçineceksiniz ama teknolojinin yaygınlaşmasının önünde en büyük engel olacaksınız, bu kabul edilebilir bir durum değil. Bu anlayıştaki teknoloji devleri, ne yapmak nereye varmak istemektedirler?” diyerek eleştiride bulundu.

“Unutmasınlar ki bu tutumlarına devam ettikleri takdirde yeni yatırımların kendilerini tahtlarından etmesi an meselesidir. Akıllı olsunlar!” şeklindeki sözleriyle kısa süre içerisinde anlaşarak NURPORT ve muadili uygulamaların her iki sistemde de ulaşılabilirliğinin önünü açmadıkları takdirde piyasadaki yerlerinin sarsılacağına dikkat çekti.

Velhasılıkelam, olabilecekleri en az bizim kadar öngören evrendeki dostlar, buralara artık pek uğramıyorlar. Yakınımızdan geçerken farlarını ve iletişim sistemlerini kapatarak, kesin bir sessizlikle ilerlemeye özen gösterdiklerine eminim. Kanıtlayamam ama yemin edebilirim. Havalısından bir uzay gemim, bol bol yiyeceğim/içeceğim olsa, ben bile sevdiklerimi alır kaçarım, elin Vulcanlısı niye gelsin?

Yineliyorum; Koskoca evrenin en akıllısı biz insanlar isek “yansın bu alem”.

Dominik Tarhanası

Dominik Tarhanası

“The walking Dead” oyuncusu gibiyiz hepimiz. İzlerken de düşünmüştüm Türkiye’de çekilse bu senaryo, kim oynardı diye. Mesela Rick Grimes’ ın 6. Sezondaki sakallı hali için Halit Ergenç’le görüşmelerim devam ediyor. Muhteşem Yüzyıldaki sakal gıdıdan aşağıda haliyle oynasın diyorum.

Gündemle ilgili uzun yorum yapmak gibi bir niyetim yok.

Kamu spotumsu fikrim şudur ki : Umursamaz olmayalım, temizliğimize dikkat edelim, az insanla temas edelim ama felaket tellallığı da yapmayalım.

Panik havası, güvenlik tedbirlerini yok sayıp, saçmalamamıza sebep olur unutmayalım.

Şu sıralar çoğumuzun tek derdi raflarda makarna bulup bulamayacağımız.

Bir ara yarışma program vardı hatırlayanlarınız vardır. Markete giriyor yarışmacılar ve bir arabayı dolduruyorlar. Süre sonunda en fazla tutarda mal alan kazanıyor. Das Kapital! 😊

Şu sıra tam da öyle anlar yaşanıyor marketlerde.

“The walking Dead” oyuncusu gibiyiz hepimiz. Kimin acil durum planı nasıl- muhabbet hep bu.

İzlerken de düşünmüştüm Türkiye’de çekilse bu senaryo, kim oynardı diye. Mesela Rick Grimes’ ın 6. Sezondaki sakallı hali için Halit Ergenç’le görüşmelerim devam ediyor. Muhteşem Yüzyıldaki sakal gıdıdan aşağıda haliyle oynasın diyorum.

Arbaletine kurban olduğum Daryl Dixon rolünü, kimselere yakıştıramadım henüz. Belki kıyamam yumuk gözlüme, komple çıkarırım Türk versiyonunda.

İzlemeyenler bile tahmin edebilir. Dünyanın başı dertte, hayatta kalma mücadelesi her yerde. Para da işe yaramıyor, bulduğunu yiyorsun. Dominik’te filan değil bebeğim, her yerde bir survivor olma çabasında yaşayan insancıklar var senaryoda.

Bizde çekilemiyor öyle filmler. Tespitime göre iki büyük problem var sektörün önünde. Dev bir hizmet daha benden size. Sinema/dizi sektörüne yeni bir soluk getiriyorum. Hazır olun.

Sorun 1. Her türlü yeni ürün arzı ve sağlık hizmetinden yoksun yeni dünyada kesikler, yaralar vb için mutlaka bir adet skoç viski şişesi gerekiyor.

Kahraman yaralanmış, sen ekran başında kıvranıyorsun -ah kuzum dayanamam, ölme nolur- diye. Tam o sırada biri diyor ki “hemen kurşunu/oku kesip atacağız ama anestezik malzeme yok. Dişini sıkıp hayranlarına -of be koçum- dedirteceksin. Dezenfeksiyon için bu iş görür.” Şaaaaaak… alıyor viski şişesini. Bir yudum içip bir yudum da yaralıya veriyor. Racon belli, şişenin kalanı yaraya boca edilecek. Bizim ülkede yaygın olmadığından hiçbir sahnede kahramanı yaralayıp ağız tadıyla anestezisiz dikiş atılamıyor maalesef.

Çözüm: Her evde Balıkesir kolonyası var. Benim gibi, misket limonu haricinde herhangi birine dayanamayanlar bile; malum sebepten aldı artık evine. Rahat rahat çekeriz o sahneleri. Adamın böğrüne kebap şişi girmiş mesela. Yardımcı oyuncu kadraja girip “Bu biraz acıtacak” (bu cümle farzdır) dedikten sonra besmele çekip kolonyayı basacak. Yalnız bir yudum içirme işini yapmasınlar. Maazallah.

Sorun 2. Bu tip filmlerde gelinen noktada; taze gıda olmadığı için konserve sardalya, fasülye vb tüketilir. Sardalya, ançüez, cornflakes nedir canım yaa? Ne tüketecek bizim karakterler?

Çözüm: Tarhana elbette.

Gözünün önüne getir şimdi. Çalıların rüzgarla savrulup döndüğü in cin top oynayan, hayalet kasabaya girecek ekip. Büyük görev ise şu: Evlerde tarhana avına çıkacaklar. Fasülye-domates konservesi, turşu yapan kadınlar da çok hayır duası alacak elbette. Salçalı ekmekle beslenerek 10 sezon geçirtiriz vesselam ekibe.

Yine de hiçbiri bir tarhana değil. Baş karakter Rick yerine Remzi olsun mesela. Corn flakes bulsa Remzi sevinir mi yahu? Bir ay önce, masada kereviz var diye isyan edip masayı yıkmış bünyeyi, mısır gevreği ile doyurabilir misin?

Kereviz seven Remziler alınmasın. Az daha duyar kasayım. Kereviz de alınmasın, örnek verdim sadece. Pırasa da olabilir mesela. Pırasa seven Remziler de meclisten dışarı……..Ispanak seven Okşanlar, enginara bayılan Kazımlar, yer elmasına hasta olan, kabağa doyamayan, patlıcana nikah kıyanlar……

Bu gibi zamanlarda herkes üstüne düşeni yapacak. Elini taşın altına koyacak. Ben de üstüme düşenin bir kısmını yaptım böylece.

Sektör, aklını başına alıp, bu önerilerimden faydalanarak örnek teşkil edecek filmler çekerse; Allah esirgesin olur da bir zombi istilası olduğu takdirde zombinin durumuna göre Fatiha veya Nas ve Felak okuduktan sonra herkes ne yapabileceğini bilecek.

Sağlıklı ve hijyenik kalınız efendim. Mecbur kalmadıkça evden dışarı çıkmayın. Okuyun, film seyredin, çocuklarınızla, ev halkıyla oyunlar oynayın.

Her şerde hayır vardır

Organik Zombi

Organik Zombi

Sarışın/esmer/kızıl tercih size kalmış. Ama esmer candır😊

Katkısız ve ekonomik olması adına evde konserve yapmaktan öteye geçmeliyiz artık. Daha fazla ekonomi yapmak gerek.

İşte akrepleyelkovandan yeni bir dev hizmet! “Evde düşük bütçeli zombie filmi”

Malzemeler:

1 Adet kömür/kil karışımı yüz bakım maskesi

1 adet saçı en az 3 gün taranmamış kadın, sarışın/esmer/kızıl tercih size kalmış. Ama esmer candır😊

Yırtık pırtık, tercihen haki yeşili ya da siyah kıyafet

Tarifin bu kısmında buraya kadar olan malzemeleri bir araya getirip tercihe göre komple ıslatabilirsiniz. Bu şekilde saçından kıyafetinden damlayan sular ve yerdeki ıslak ayak izleri ile zombie yerine “Samara” ya da “Göldeki Kız” kıvamı elde etmeniz mümkün. 

Yok kuru kullanım tercih ederseniz bir ayağını sürüyerek yürümesini sağlarsanız ev yapımı zombieniz hazır. Tercihen hemen servis ediniz. Süre uzadıkça maske kuruyup oyunculuğu zorlaştırabiliyor.

Oldu da diziye daldınız ve maske gereğinden fazla mı kurudu? Sakın atmayın, devir ekonomi devri. Nasıl ki, Taze soğanın en uç kısımlarını atmayıp çorbaya koyuyoruz bu fazla kurumuş siyah yeşil suratlı karakteri de mumya senaryolarında değerlendiriyoruz.

Işıkları mümkün olduğunca kapatın karışımı evde gezdirin.

Bu arada film keyfi bitince, kadın yüzünü yıkayınca altından pırıl pırıl bir cilt çıkacak. O da bonus olsun.

İyi eğlenceler

Sinsi Kabak Lobisi

Sinsi Kabak Lobisi

Kabak lobisinin ilüminati ile olan gizli işbirliğinin farkında olmayanların günahıdır “Kabak Tatlısı”.

Dünyayı kıyamete sürüklemek amacıyla “kabak tatlısı” gibi batıl inançlarla masum bünyeleri oyalamak suretiyle, resmin bütünü görmemizi istemeyenlerin bir oyunudur.

Kabaktan tatlı olmuyor, kabul edin artık. Üzerine tahin-pekmez döküp, ceviz serpiştiriyor olmaları; bu gerçeği değiştirmiyor. Ayrıca, o kadar malzemeyi sağ elime döküp onu kemirsem, onun da tadı çekilir olurdu.

Lakin üstüne kaymak da koyacakmışız. Manda kaymağı olacakmış. Breh breh breh!

Güzel şefim! Mandayı sürüsüyle çiftliğe koyup o çiftliğin tapusunu komple üstüme yapsan, tapu işlemleri için gittiğimiz noterde “Kabaktan Tatlı Olmaz” diye imzalı beyanat verir, noterden de tasdik alırım “hür iradesiyle ve her türlü baskımıza rağmen yine de fikri budur” diye.

Uzun bir izah oldu. Bak şöyle anlatayım:

Kabaktan Tatlı Olmaz

Oyuna gelme, kabak tatlısı yeme!

Evrim Bahane, Alfa Şahane

Evrim Bahane, Alfa Şahane

Beyanıma uymadığım takdirde mevcut DNA’mın ileride herhangi bir paleontolojik çalışma sonucunda bulunarak, tehlikenin farkında olmayan hayalperest gen mühendislerince çoğaltılamayacağı şekilde; suçum sabit olduğu anda imha edilmesini kabul ettiğimi beyan ederim.

Evrimde geldiğimiz noktada, bu ara form başarılı değil.

Belki ben maymun kalmak istiyordum, fikrim hiç sorulmadı.

Yırtıcı gören, uaa- uaaa ses çıkarıp diğerlerini uyaracak; sen de en arkada kalmamaya çalışıp kaçacaksın. Düşünsene tek derdin iyi meyve veren ağacı kapmak, yırtıcı görürsen kaçmak. Bu kadar! Oh miss..

Maymunlara yiyecekler belli. “Sarma sarayım, yuvalama yuğurayım da sabahlara kadar tek kaşığa 40 dene girecek küçüklükte yapmak hayattaki tek gayem olsun; varsın ben boyun fıtığı olayım möhim deeel” demene gerek yok.

Muz ağacına yerleşmiş, elinde tesbihli bir erkek maymun güruhu muhabbet ediyor mu? “Evropalı dişi maymunlarda iş yok azizim. Ama Sibirya maymunları! Ua Ua UUUUAAAAAA Onlar başka yeavvv “

Diğerleri de iç geçirip, uu-aa; uaa diye onaylıyorlar. Dişi konusu bitince, başkası olurdu sırada. Ne olacak bu bizim Muzgücü Sporun hali? Göbeğini kaşıya kaşıya başlıyor en kıllı olanı. En iyi muz stoperleri Kongo’luymuş da; neden efendim ordan transfer yapmıyor muşuz?

“Çok biliyorsun sen!” diyor beriki.

-Yabancı hakkını kaldırdılar, haberin yok. “Gen havuzu karışıyormuş”.

Para diye bir mefhum zaten yok. Zaman zaman sürünün Alfa’sı olmak için kapışıyorlar, hepsi bu. O durumda da sonuçlar net. YSK’ya itiraz eden maymun duymadım ben. Eski alfanın ağzını cart diye ayırdı mı? Ayırdı.

-Padişahım çok yaşa! Ne yöne gidelim majesteleri?

Sen benim bitimi ayıkla, ben senin bitini ayıklayayım, muzları da paylaşalım. Ohhhh miss. Net, arkadaş net!

Hadi diyelim evrildik.  Ama bari eşit seviyede olsaydık hepimiz.

Bir tarafta felsefeden, sanattan, teknolojiden konuşanlar diğer tarafta yemeğin tuzu az olmuş diye kadını tartaklayanlar; bir yanda dünyanın öbür ucuna gidip çocuklara yardıma koşanlar, diğer yanda çocuk istirmarcıları ve “bir kereden bişi olmaz” diyen şakşakçıları…

Senin; 10 manevrada, kan ter içinde, çizgilere paralel park ettiğin aracının arkasına gelip aracını olduğu gibi bırakan evril-e-memişler etrafta çok malum.

Adil değil. Aynı dünyayı paylaşıyoruz. Evrim prosedürüne geçmeden önce her gen kombinasyonuna sözleşme sunulsa fena mı olurdu yani? İnsan mı olacaksın? Peki bebeğim şurayı imzala. Tıpkı, internet satışlarındaki gibi sözleşmeyi okudum anladım seçeneği olacaktı. O sözleşme tabii onbin sayfa olurdu. Lakin özeti şöyle olurdu:

Beynimi kullanacağım. Bunun yanı sıra; bünyemde empati yeteneğimi bulunduracağımı, araya kaynamak, başkasının hakkını çalmak, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamak, çöpümü olduğu yere saçmak gibi saçma sapan eylemlerde bulunmayacağımı beyan ederim. Beyanıma uymadığım takdirde mevcut DNA’mın ileride herhangi bir paleontolojik çalışma sonucunda bulunarak, tehlikenin farkında olmayan hayalperest gen mühendislerince çoğaltılamayacağı şekilde; suçum sabit olduğu anda imha edilmesini kabul ettiğimi beyan ederim.

Olmaz mıydı yani? Bence muhteşem olurdu.

Belki benim gibi  sözleşmeyi imzalamayıp maymun kalmayı seçenler olurdu. O ağaç senin, bu ağaç benim, bebeler sırtta; ağaçtan ağaca zıpla dur. O da olmazdı ya neyse. Sözleşmeyi imzalayıp iki ayak üstüne duranlar, bizi kafese kapatıp fındık fıstık atardı.

Karar değiştirdim! Maymun da değil “cacık” olsaydık. Çünkü geldiğimiz noktada bizden bir cacık olmaz.

Sevgiyle ve az gelişmişlerden uzak kalmanız dileğiyle,

Sevdaluk Halleri

Sevdaluk Halleri

Sevdanın halleri üzerine üç beş laf dönüp duruyor kafamda. Yazmazsam kurtulamam malum.

Sınıflandırıp etiketleyince düzenli ve net oluyor her şey. Sınıflandıralım o vakit.

Çok seviyorum ölürüm onun için denilen haller-Ergenlik zamanlarıdır. Yaş ergenliği geçip hala bu yaklaşımda devam eden varsa, daha az Türk dizisi seyretmesini öneriyorum. Haftada en az bir kitap ve en az bir de hobi edinmesi, ruhen büyümesine faydalı olur.

Sevdanın s Hali- Bu dönem sarılıp “S” şeklinde kucaklaşarak geçirdiğin dönemdir. Yaşı-zamanı her bünyeye göre değişir. En makul ve paylaşımı karşılıklı olan dönemdir.

“Çok sevdim katlanıyorum” ise böööööööle orta yaşa henüz gelmemiş ama içi geçmiş, sevdayı gömmenin büyüme göstergesi olduğunu sanan zihniyet söylemidir. Bunun akabinde de “havalar da yağacak galiba, romatizmalarım azdı” filan diye devam eder. Bunu söylerken de yorgun bir eda ile battaniyeyi dizlerine örter. Arkanıza bakmadan kaçın:)

“O kadar çok seviyorum ki ölsün istiyorum” halleri orta yaş zamanıdır. Bir nevi geç ergenliktir. Sevmekten vazgeçemeyip, kötülüğü de görmeye takati kalmadığından, daha doğrusu gönlü yorulduğundan; ölsün de aman rahmetli de bık bık iyiydi, sırma saçlıydı, badem gözlüydü diye ağlaya ağlaya lokma döktüresi vardır.

“Seviyorum, ama onu sevmeyi eskisi kadar sevmiyorum” denilen zamanlar ise kemale ermiş bünyedir. Teşhis konur. Zaten bundan sonrasında su akar yolunu bulur, “bu yaralar da kurur” diyerek doğru yol bulunur.

Yolunuz doğru, yaralarınız kuru olsun. Lakin her daim sevdanız olsun.

Ey Ruh! Geldiysen 3 Kere Devinsene

Ey Ruh! Geldiysen 3 Kere Devinsene

Sanatçı, bu çalışmasında; günlük maskemizin altındaki gölge yönlerimizin ortaya çıkışını vurgularken … Yok be şaka, çalışmamın tek amacı kaz ayakları ve göz torbalarımı görünmez kılmak:)

Yine de eğer konsept diye yutturmak isteseydim nasıl anlatır; süslerdim okuyabilirsin.

Sanatçı bu eserine “Ruhumun Devinimleri” adını vermiştir. -Öyle dümdüz ruhu kim ne yapsın? Devinimlisinden olacaktı elbet ruhum;) -Eserde, içimizden biri olan sıradan insanın bile kendisi ile baş başa kaldığında açığa çıkan karanlık tarafının altını çizerken; kadının elindeki telefona odaklanış detayı ile, sosyal medya bağımlılığının kişinin ruhundaki renkleri ve canlılığı soldurduğuna gönderme yapıyor.

Breh breh breh… Hadi ya… Sanatçının bundan haberi var mı?

Peki. İkinci deneme o zaman.
Sanatçı, bu eserinde(!) ana hatları aynı kalsa da insanın zaman içinde renksizleştiğine gönderme yapıyor. Detaylardaki saçların dağınıklığı ise kafanın çocuksu çılgınlığı devam ettiği halde bedenin solarak ona uyum sağlayamadığını gözler önüne seriyor. “Zamanın Götürdükleri” adlı bu yapıtı “Şu An Uydurdum Akımı” nın klasikleri arasında şimdiden yerini almış görünüyor…

Gel vatandaş gelllll konseptin hası burdaaa…

Ben bu yolda yürürüm arkadaş.
Bir dahaki ürün/konsept kampanyam ikizlere takke konulu olacak. Şöyle ki
“Giel ablacım gel! Paris hilton da burdan aldı” şeklinde, yaratıcı(!) bir slogan düşünüyorum. Lakin müşteri gelir mi bilmem. Malum; kadın almak isteyecek, ama yanındaki adam kolundan çekiştirecek
-“Sen benim başımı belaya mı sokcan Ayten. Paris hiğltoğn mu olcan başıma. Tövbe tövbe”
Devinimsiz takkeler dilerim sevgili okur. Ya da öyle bir şey işte😊
Neşeli kalasın

Bapatya

Bapatya

Seviyor sevmiyor diye geçmişte çok papatya yaprağı yoldum. Çoğunuz çocukluğunda yapmıştır elbette.

Son yaprak seviyor çıkınca, ben de papatyayı severdim. O dakikadan sonra sanki suçlusu ben değilmişim gibi utanmadan yaprakları yolunmuş haline üzülürdüm.

Öyle yaparız. Seviyor mu acaba diye hırpalar, koparır, parçalar tanınmaz hale getiririz. Sonra da artık var olmayan bir güzelliğin melankolisiyle gereksiz havalara girer, efkarlı da şarkı patlatırız. İç geçirmeler, dalgın düşünceli pozlar filan. Ne güzel dünya.

Sevmiyor çıkarsa, daha da şeytanlaşırdım. Kalan yapraksız boynunu da koparıp kenara fırlatırdım.

Kısacası papatya için sonuç aynıydı, çünkü baş rolde papatya değil, benim sevdam oluyordu. Teknik olarak benim aşk filmimin senaryosu her durumda papatya cesetleri üzerine kuruluydu.
-Ex-Sevda niyetine, El Papatyaaaa….
-………AMİNNNN!
-Ey cemaat, Merhumeyi nasıl bilirdiniz?
-Kıymetini bilemedik

Yaş kemale erip de; seviyor sevmiyor sorusunun cevabını papatyalara sormadan da anlayabilir olduğumda, papatyalara başka gözle bakmaya başladım. Yok yahu! Başka gözle derken, öyle değil. Dünya Ahiret bacımdır hepsi. Senin için fesat bebeğim.

Diyeceğim o ki: Baş rolü papatyalara verince ne muazzam bir güzellik olduğunu görebiliyor insan. Baktım valla harika hatun bu Papatya. Tabii ki hatun😊

Düşünsene doğal ortamda kendiliğinden yetişiyor. Bahçıvan filan istemiyor. Suladılar/sulamadılar diye kimseden medet ummuyor. Gübremi vermediler de amanınnn azotum yetmedi; yetişin a dostlar yaprağıma dokundular da soldum- gibi tripleri de yok.

Sevmeyip de ne yapalım şimdi biz bu vahşi hatunu?