Kömür Kokusu

Kömür Kokusu

Havada yıllar sonra kömür kokusu var bu akşam.

13-15 yaşlarında Bolu’da erken gelen kışlarda havayı kaplayan kömür kokusundayım sanki. Unutulmuş bir koku.

Daha neler var böyle unuttuğum?

Adı “yaz” olan, aslında hep ilk bahar kıvamındaki Bolu yazları mesela. Bütün gün ders yok bahçelerdeyiz diye sevinip, sonrasında yüzümü basan çillere sövüşümü özlüyor da olabilirim.

Belki de 4 defa okuduğum Çalıkuşu romanıdır özlediğim. Yoksa 5 miydi?

Duvardaki Tarkan posterleri, dersaneyi kırma planları ya da belki kendime ait ilk deodorantım mücevher kıymetindeki. Anlamını bilmeden sırama kazıdığım ayıp rock şarkısı sözleri…

19 Mayıs provalarında küçük kese kağıtlarında bilmem kaç liraya satılan ilk yeşil eriklerin heyecanı mesela. Hepsi saklı kömür kokusunda.

Son geceye bırakılan sınav çalışmaları, hep kız kardeşime yaptırdığım resim ödevleri.

Sıra arkadaşımın tenine hiç uymayan, ekşi peynir gibi koktuğunu asla söyleyemediğim parfümü,

Ocakta kaynarken etrafa yaydığı koku ile acaba doğru sıcaklığı tutturabilecek miyim stresi yaşatan yoğurt mayalanmaya aday süt.

İlk yakınlaşmamız, eşinin vefat ettiği gece ve ‘apartmandaki tek uyanık kişi babam olduğu için’ gerçekleştiğinden bana sonraları da evi hep ‘eski, ölü’ kokan komşu.

Kömür kokusu 0,5 uçlu kalem, sarı teksir kağıdında mor renkli ispirto kokan yazılı soruları.

Üstünde kar taneleri içinde mis kokulu turp ve roka dolu yeşil-siyah pazar poşetleri.

Evde yapılmış şalgam suyu, kuru dolma, heyecanla beklenen Pazar gecesi Parliament Sinema Kuşağı. Hepsi kömür kokusu.

Okul eteğinin altına dize kadar giyilen havlu çoraplarım ve pazartesi sabahı nemli bulunduğunda saç kurutma makinesi ile kurutulmaya çalışılırken çıkardıkları yanmış naylon kokusu.

Kömür kokusu yazlık aşklar bitti’nin acı ifadesi, doyasıya balık keyfi, kar tatilleri.

Bir nefes kömür beni öyle alıp götürdü ki, doğal gaz o zaman iyi ki yokmuş dedim. 20 yıl sonra bugünümü bana ne hatırlatır acaba?

Komşumun kahvaltı dahil her öğün tükettiğini düşündüğüm köri kokusu mu? Oğlumun mis kokusu mu? Yoksa aşkımın kullandığı ve  o tarihte artık antika sayılacak tıraş kolonyası mı?

Yaşarsak görür, görürsek elbet yazarız:)

Rapunzelin Garsoniyeri

Rapunzelin Garsoniyeri

Rapunzel dediğin, garsoniyer’e kapatılmış bir kızcağız aslında. Bilmem kaç metre saçı var, kuaföre gidemiyor. Rezidans kulede suit daire, ama banyo tuvalet kendisi temizliyor.

Üstelik bunları yaparken üstüne bir eşofman çekme lüksü de yok. Tarlatanlı tuvaleti ile bütün gün bekliyor.
Yerim öyle prensesliği!

Bütün gün beyaz at kolla camda. Beyaz at möhim çünkü. Üstündeki kim olursa olsun. İş ata kalsaydı Arap Şeyhlerinin haremleri buldumcuk’un sözlük anlamı olmaz mıydı?
Rapunzel’in kaderine inat, saçları kesmek gerek. Beyaz atlı prens gelince de ‘ Ayyy … Şimdi bunun pisliği çok kokar, sakın evin önüne park etme!’ diye burun kıvırmalı.
Kılı tüyü fora edip, mızıklayan olursa ‘e işte, el değmemiş’ deyip prensin yüzündeki tiksinmeyle dumur karışımı ifadenin tadını çıkarmak hoş olurdu.

Ne yemek var diye sorulunca haşlanmış patatesi dayayıp ‘ne yapalım mantı açanı mı gördük ki öğrenelim?’ bakışını takınıp manikürsüz ellerle patates kabuklarını soymaya başlamalı mesela.

Kuleden bozma garsoniyerde, nişasta tüketmekten 30-40 kg alıp protein diyetine başlayacağım diye prensin atını kesmeli Rapunzel. Prens buna bozulursa beni buraya kapatan cadı bile senden iyiydi ahh ahh bilemedim ben kıymetini diye böğüre böğüre ağlamalı mesela.
Bizim Rapunzel, senelerce orada kaldığı için elbette Agorafobik olduğundan arkadaş grubuyla sadece kendi garsoniyerinde -pardon ‘kulesinde’ – görüşmeli.
Yıllar Yıllar uyuduktan sonra bir başka at hırsızı tarafından öpülerek uyandırılan uyuyan güzel, en iyi arkadaşı olmalı bizim Rapunzel’in. İki günde bir gelir prenslerini çekiştirmeliler.
“Amaaaaan Şekerim, nalların sesi uzaktan hoş geliyormuş. Ne öpüşmüş o. Bir öptü, o günden beri uyku haram oldu. Hayır güzel öpüşüyor mu onu bile bilmiyorum. Neticede ben uyuyordum. O günden beri de TIK yok. Yemekti bulaşıktı gece zor yatıyorum . Keşke bıraksaymış, az daha uyusaymışım. Mis gibi her yanı cam, manzaralı yatak. Ne karışan ne görüşen var. Rüyalar, Rüyalar…. Ama ne sonra, yok illa öpücem!…”
Rapunzel de kafasını sallayıp ‘haklısın şekerim bilemedik biz kıymetini, ne rahatmış aslında. Nohut oda bakla sofada tek başıma gül gibi yaşıyormuşum’ demeli.
Sonra gökten 3 elma düşmeli… Düşmeli de; bizim kızlar ne demeli?
Rapunzel sızlanmalı : Elma ne yaaaa, domates olaydı. Salça yapacağdık.
Uyurken hunharca öpülerek uyandırılan güzel kankasına arka çıkmalı mesela: Valla domates ne iyi olurdu ben de tarhana dökeceğdim.

Erikler Tezgaha

Erikler Tezgaha

Evet, erikler tezgaha düşsün istiyorum. Ama köşedeki sosyetik manavın tezgahında değil, bildiğin pazar tezgahı veya tekerlekli işporta tezgahına düşsün, kg’ı da tek haneli rakamlarda olsun.

Hayır derdim ekonomi değil, hormonlu gıdalar veya market/esnaf/pazarcı rekabetini iş edinmiş de değilim. Artık bahar olsun istiyorum. Ispanak, bakla, kerevizi de özlemiştik ama bu kadar hasret gidermek yeter. Artık erikler arz-ı endam eylesin.
Erik, benim için gereğinden fazla anlamlı bir meyve.  Örneğin aşk mevsiminin başladığına işarettir. Kışın ardından bahar gelir güneş göz kırpar ve kalbin tıp tıp değil pat pat atmaya başlar.
Orta okul-lisede erikler kese kağıtları içinde tezgaha düştüğünde 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı için hazırlanan dans vb gösterilerin provaları başlardı. Bu provalar birkaç anlam taşırdı…
1) Genelde hem orta okul hem lisede aşık olduğum çocuklar hep üst sınıflarda olduğundan ancak ve ancak tenefüs dakikalarında uzaktan kendilerini izleyip iç çekerkeeeenn….. tam da erikler kese kağıdına girdiğinde bayram hazırlıklarında her gün tenefüs olurdu. Allahtan boydan genelde şanslı olduğumdan üst sınıflarlara yakın ön saflarda çimenlerde erikleri yiyip sağı solu keserdim. Erikler tezgahta, ben aşklarda…..

2) Kasvetli güneşsiz günler bitti. Erikler yenilecek, bisikletle dağ bayır gezilip güneşten yüzümdeki çiller Voltran’ı oluşturacak şekilde güç birliği yapacaklar.

Yine bahar, yine tezahta erikler , yine aşk, yine çiller……..