Yadırgak Patlıcan

Yadırgak Patlıcan

Bilmediğin kelime ve kalıpları oraya buraya serpiştirmek, çocuklar yapınca eğlenceli oluyor. Yetişkin bünyeler yaptığında ise utanacağın anılar biriktirmekten başka bir işe yaramıyor. Yapmayın annem, yapmayın kuzum!

Kelimeleri beğeniyorsan ve fakat sözlük açıp bakmaya üşenen bir bünyeye sahipsen, hiç kullanma demiyorum. Hobi olarak yine cümle içinde kullan, lakin bunu topluma açık mecralarda yapma gözünü seveyim.

Peki ben bu konuda bilirkişi miyim? Yooo…

Hiç komik duruma düşmedim mi? Bittabi düştüm!

Hepsini paylaşıp, utanç verici anılarımı topluma açmak gibi bir düşünceye sahip olmasam da, aklıma geldikçe güldüğümü paylaşmamda bir sakınca yok. Üstelik ana dilimde utanmadım.

Böyle bir anım Farsça ile ilgili var.

Farsça bazı kelimelerin kulağa hoş geldiğini düşünürüm hep. Azeri kelimelerde de şiirsel hitaplar vardır. Hani bizim Doğu yörelerimizde de rast gelebildiğiniz türden; sevdiceğin, evladın sana seslendiğinde Caaaaannnn… denir mesela. “Efendim?” gibi bir yanıt.

Neyse işte, ilk ve son kez İran’a gittiğimde de Azeri Türkçesi, Farsça ve İngilizce karışık giden bir yemekli görüşme esnasında badem can diye bir ifade duymuştum. Babamın evlat sevgisi çok kabardığı ve normalde sıkıcılık seviyesinde ve karşısındakine öz güven eksikliği yaşatacak kadar düzgün olan Türkçe’sinin değiştiği zamanlarda, yüreğinden kopup gelen Caaaannn ifadesine benzediğinden, havada kaptım ifadeyi. Çok sevdim ve kullanayım istedim.

Seyahat dönüşü, o zamanlar 3-4 yaşlarında olan oğluma kavuştuğumda birkaç hafta süresince ona badem caaan diye seslenir oldum.

O kadar içten diyorum ki Babamın dile gelmiş yüreği benim Badem Caaaannnn diye uzatıp, kendimce muhteşem vurguladığım hitabımda artarak vücut buluyor. Yavrum da benim bu heyecanlı seslenişime kocaman gülümsemelerle karşılık veriyor tabii. İçim yarılıp, sevgim akıyor çünkü dudaklarımdan.

Aşırdığım ifade ile ikimiz de çok mutluyuz çokkk!

Sonunda akıl edip, İranlı arkadaşa bu ifadenin tam karşılığını sorduğumda patlıcan olduğunu öğrendim. Dudaklarımdan yol bulup dışarı akan evlat sevgim değil, kabzımal lügatıymış meğer.

Bir daha kullanmadım. Yüreğim çok taşarsa “Caaaaannnn” diyorum babam gibi.

Benim için neşeli bir anı, bak utanmıyorum buraya yazarken. Sevgimi ifade etmek için yeni kelimeler, yollar aramışım. İyi niyetimden kurtarıyorum.

Bir de olduğundan daha entelektüel görünmek için kullananlar var ki; üzülüyor insan. Bazı durumlarda ise amaç, öyle zırvalayayım ki karşımdaki ne dediğimi anlamasın ve ikna olsun, oluyor.  Onlara zaten diyecek söz yok.

Şimdi yeni bir çeşit daha türedi. Sosyal medya gündeminde denk gelenleriniz vardır belki. Iftira atmak üzere kurguladığın karakteri konuşturmak için yapılan troll paylaşımlardan bahsediyorum.

Yapmayın annem, yapmayın kuzum!

Laik ve Seküler olmanın, arka fonda müzik ve şarap ile sağlandığına inananlar olduğunu düşünmek başka, bunu dile getirmek ve hatta bu konuda montajlar yapmak başka şey.

Troll olayım derken role kendini kaptırıp “buna uymazsan seni de yadırgarım” diyerek; yadırgama mefhumunun bir politik duruş, bir protesto şekli olduğuna inanacak kafaya nasıl geldin, onu da bir izah ediver.

Asıl yadırganacak durum, bilmediğini de bilmemek (bkz doğru yerde kullandım)

Kıyağım olsun, ben uydurayım şimdi.

Bundan böyle bilmediğini bilmeyenleri yadırgayacağıma, patlıcan sevmeyenler de olduğu gerçeğini yadsımayacağıma, bu sözlerimi kanıksayacağıma ant içerim!

Oldu mu? Olmadıysa yadırgayıverirsin.

Ne vakittir dememişim, bir uyarayım. Sakal bıyık tıraşınıza gereken ihtimamı (bkz. TDK ihtimam sözlük anlamı) gösterin sevgili dostlar.

Bikini de neymiş poğaçası

Bikini de neymiş poğaçası

Şu sıralar gündemimiz genelde aynı. Vaka sayısı kaç olmuş, öğlene/akşama ne yesek?

Yaz tatili planları suya düşebilir. Plaja hazırlık diyetleriyle bünyeleri yormaya gerek yok .

Bu vesileyle daha önce hayatında maya kullanmamış ama karantina öncesinde piyasada ne kadar yaş, kuru instant vb maya türevi varsa evinde depolamış güruhu esefle kınıyorum. Kendi mayamı yaparım da arkadaş 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi ki maya kara borsaya düşecek.

Neyse bu bize engel değil, mayasız tarifler var, evde maya yapma becerimiz var çok şükür

……

de arkadaş makarnadan ne ara mayaya geldiniz? O kapasite beni derin düşüncelere saldı.

Bu tarif mayalı değil rahat olun.

Kaç Adet: Yaklaşık 40 adet (iki tepsiye sığar)

Malzemeler:

150 gram tereyağı

4 yumurta

2 yemek kaşığı yoğurt

1 su bardağı süt

1 çay bardağı sıvı yağ

3 paket kabartma tozu

4 çay kaşığı tuz

7 su bardağı un

Çörek otu ve veya susam

İç Malzeme için Pul büyüklüğünde kaşar dilimlerinden 40 adet

Önemli: Tüm malzemeleri önceden çıkarıp oda sıcaklığına gelecek şekilde bekletiyoruz. En az 40 dakika.

Yumurta ve Kabartma tozu hariç tüm malzemeleri derin ve geniş bir yoğurma kabına alın.

Yumurtalardan 2 sini karışımın içine kırın. 2 yumurtanın ise sadece beyazını bu karışıma ilave edip sarılarını bir tabağa ayırın. (sonra Poğaçaların üstüne süreceğiz )

Yağ tamamen eriyip güzel bir hamur kıvamı alana kadar karışımı yoğuruyoruz. Çok sert olmayan elinizde yuvarladığınızda yapışmadan güzel yuvarlak şekil alabilen bir kıvam elde ettiğimizde kabartma tozunu ilave ederek iyi bir karışım elde edene kadar biraz daha yoğuruyoruz.Anlatması yapmasından uzun sürüyor korkmayın. Zaten yumuşacık bir hamur çıkacağından zevkle yapacağınızdan şüphem yok.

Şimdi fırını 180 dereceye ayarlayıp tepsilere yağlı kağıt (pişirme kağıdı) yerleştirip şekil vermeye geçiyoruz. Biz tepsilere dizerken fırın ısınacak.

Ev ahalisinin isteği doğrultusunda boş yapıyorum bazen. Ama içine kaşar, beyaz peynir, kavrulmuş kıyma veya Soğan, kimyon ve kekikle pişirilmiş suyu çektirilmiş yeşil mercimek (ıykk filan deme efsane bir lezzettir) denemelisin.

Hamurdan küçük yumurta boyutunda parçalar koparıyoruz. İki avucumuz arasında yuvarlıyoruz. İçine malzeme koyacaksanız bastırıp düzleştirin ortasına malzemeyi koyduktan sonra 4 ucundan kapatıp bastırmadan yeniden yuvarlıyoruz.

Tepsiye dizdiğimiz poğaçaların üzerine fırça ile yumurta sarısı sürüp üzerine çörek otu ve arzuya göre susam ilave ettiğimizde işimiz bitti sayılır artık.

180 derecede önceden ısıtılmış fırında ortaya yerleştirip 25 dakika kapağını açmadan pişiriyoruz. 25. dakikada bakıp dilerseniz 3/4 dakika daha pişirebilirsiniz. Fırınınızın performansına göre 3/4 dakika ilave gerekebiliyor. Resimlerdekileri tam 28 dakika pişirdim.

It is true that I am a legend:)
Afiyet Olsun
Dominik Tarhanası

Dominik Tarhanası

“The walking Dead” oyuncusu gibiyiz hepimiz. İzlerken de düşünmüştüm Türkiye’de çekilse bu senaryo, kim oynardı diye. Mesela Rick Grimes’ ın 6. Sezondaki sakallı hali için Halit Ergenç’le görüşmelerim devam ediyor. Muhteşem Yüzyıldaki sakal gıdıdan aşağıda haliyle oynasın diyorum.

Gündemle ilgili uzun yorum yapmak gibi bir niyetim yok.

Kamu spotumsu fikrim şudur ki : Umursamaz olmayalım, temizliğimize dikkat edelim, az insanla temas edelim ama felaket tellallığı da yapmayalım.

Panik havası, güvenlik tedbirlerini yok sayıp, saçmalamamıza sebep olur unutmayalım.

Şu sıralar çoğumuzun tek derdi raflarda makarna bulup bulamayacağımız.

Bir ara yarışma program vardı hatırlayanlarınız vardır. Markete giriyor yarışmacılar ve bir arabayı dolduruyorlar. Süre sonunda en fazla tutarda mal alan kazanıyor. Das Kapital! 😊

Şu sıra tam da öyle anlar yaşanıyor marketlerde.

“The walking Dead” oyuncusu gibiyiz hepimiz. Kimin acil durum planı nasıl- muhabbet hep bu.

İzlerken de düşünmüştüm Türkiye’de çekilse bu senaryo, kim oynardı diye. Mesela Rick Grimes’ ın 6. Sezondaki sakallı hali için Halit Ergenç’le görüşmelerim devam ediyor. Muhteşem Yüzyıldaki sakal gıdıdan aşağıda haliyle oynasın diyorum.

Arbaletine kurban olduğum Daryl Dixon rolünü, kimselere yakıştıramadım henüz. Belki kıyamam yumuk gözlüme, komple çıkarırım Türk versiyonunda.

İzlemeyenler bile tahmin edebilir. Dünyanın başı dertte, hayatta kalma mücadelesi her yerde. Para da işe yaramıyor, bulduğunu yiyorsun. Dominik’te filan değil bebeğim, her yerde bir survivor olma çabasında yaşayan insancıklar var senaryoda.

Bizde çekilemiyor öyle filmler. Tespitime göre iki büyük problem var sektörün önünde. Dev bir hizmet daha benden size. Sinema/dizi sektörüne yeni bir soluk getiriyorum. Hazır olun.

Sorun 1. Her türlü yeni ürün arzı ve sağlık hizmetinden yoksun yeni dünyada kesikler, yaralar vb için mutlaka bir adet skoç viski şişesi gerekiyor.

Kahraman yaralanmış, sen ekran başında kıvranıyorsun -ah kuzum dayanamam, ölme nolur- diye. Tam o sırada biri diyor ki “hemen kurşunu/oku kesip atacağız ama anestezik malzeme yok. Dişini sıkıp hayranlarına -of be koçum- dedirteceksin. Dezenfeksiyon için bu iş görür.” Şaaaaaak… alıyor viski şişesini. Bir yudum içip bir yudum da yaralıya veriyor. Racon belli, şişenin kalanı yaraya boca edilecek. Bizim ülkede yaygın olmadığından hiçbir sahnede kahramanı yaralayıp ağız tadıyla anestezisiz dikiş atılamıyor maalesef.

Çözüm: Her evde Balıkesir kolonyası var. Benim gibi, misket limonu haricinde herhangi birine dayanamayanlar bile; malum sebepten aldı artık evine. Rahat rahat çekeriz o sahneleri. Adamın böğrüne kebap şişi girmiş mesela. Yardımcı oyuncu kadraja girip “Bu biraz acıtacak” (bu cümle farzdır) dedikten sonra besmele çekip kolonyayı basacak. Yalnız bir yudum içirme işini yapmasınlar. Maazallah.

Sorun 2. Bu tip filmlerde gelinen noktada; taze gıda olmadığı için konserve sardalya, fasülye vb tüketilir. Sardalya, ançüez, cornflakes nedir canım yaa? Ne tüketecek bizim karakterler?

Çözüm: Tarhana elbette.

Gözünün önüne getir şimdi. Çalıların rüzgarla savrulup döndüğü in cin top oynayan, hayalet kasabaya girecek ekip. Büyük görev ise şu: Evlerde tarhana avına çıkacaklar. Fasülye-domates konservesi, turşu yapan kadınlar da çok hayır duası alacak elbette. Salçalı ekmekle beslenerek 10 sezon geçirtiriz vesselam ekibe.

Yine de hiçbiri bir tarhana değil. Baş karakter Rick yerine Remzi olsun mesela. Corn flakes bulsa Remzi sevinir mi yahu? Bir ay önce, masada kereviz var diye isyan edip masayı yıkmış bünyeyi, mısır gevreği ile doyurabilir misin?

Kereviz seven Remziler alınmasın. Az daha duyar kasayım. Kereviz de alınmasın, örnek verdim sadece. Pırasa da olabilir mesela. Pırasa seven Remziler de meclisten dışarı……..Ispanak seven Okşanlar, enginara bayılan Kazımlar, yer elmasına hasta olan, kabağa doyamayan, patlıcana nikah kıyanlar……

Bu gibi zamanlarda herkes üstüne düşeni yapacak. Elini taşın altına koyacak. Ben de üstüme düşenin bir kısmını yaptım böylece.

Sektör, aklını başına alıp, bu önerilerimden faydalanarak örnek teşkil edecek filmler çekerse; Allah esirgesin olur da bir zombi istilası olduğu takdirde zombinin durumuna göre Fatiha veya Nas ve Felak okuduktan sonra herkes ne yapabileceğini bilecek.

Sağlıklı ve hijyenik kalınız efendim. Mecbur kalmadıkça evden dışarı çıkmayın. Okuyun, film seyredin, çocuklarınızla, ev halkıyla oyunlar oynayın.

Her şerde hayır vardır

Organik Urgan

Organik Urgan

Demiyorlar ki: triceps, biceps filan kelimelerini duyunca cips markası sanıyorsan; hiç bu yola girme. Bilgiyi net verin arkadaş.

Doğal ve sağlıklı yaşam, güzel kavram azizim. Ancak karışık biraz. Kafayı takınca içinden çıkamıyorum.

Sabah güneşini mi selamlayayım, nefesimi mi düzenleyeyim? Spor yapacaksak kahvaltıdan önce miydi? Yoksa kahvaltı hiç yapmıyor muyduk? Bol su tüketip vücudu 14-15 saat aç mı bırakacaktım?  

3 bitki çayını içip; kara kovan balına propolis kattıktan sonra kaşık mı çalayım?

Kafamda deli sorular. Bunaldım. Hepten vazgeçip, en organiğinden bir urgan bulayım diyorum😊

Oradan bir şey öneriyorlar, öteden farklı şey. Öneri dediğin net olur.

Önerilen 1: Rahat Ayakkabılarla Yürüyüş Miktarınızı Arttırın

İtirazım var, hem de bilimsel: İstatistiğime göre rahat ayakkabılarla attığım adım sayısı, topuklularla yürüdüğümden daha az. Yanlış bilgilerle, egzersize aç bünyeleri zehirlemeyin artık! Yürürken topuk tıkırtısı ritim tutmuyorsa; yürümenin ne keyfi var?

Beni dinleyin, yürüyüşe topukluyla çıkın. (Abartmayın elbette. Ölçüyü de vereyim. Serçe parmağınız boyunda bir topukla tıkır tıkır yürürsünüz. Daha yükseği can yakar)

Önerilen 2: Bol Su Tüketin

Spor esnasında ve sonrasında bol su tüketin. Öneri güzel, lakin detay eksik işte. Biz, bilgiye muhtaç bünyeler; sanıyoruz ki terleyip suyu kafamızdan döküp saçları savuracağız vb. havalı hareketler yani.

Bunu koşu bandının üzerinde yapmamak gerektiğini söyleyen yok. Demiyorlar ki karton bardaktan boca etme, mümkünse şişe kulan.

Demiyorlar ki: triceps, biceps filan kelimelerini duyunca cips markası sanıyorsan; hiç bu yola girme. Bilgiyi net verin arkadaş.

Önerilen 3: Teri Atan Spor Kıyafetler Edinin

Rahat, teri dışarı atan, hava alan spor kıyafetleri edinmek gerekiyormuş. İtirazım var. Edinmeyin!

Bir heves alıp, aynada kendimizi seyrettikten sonra; gerçekle yüzleşiyoruz. Hayaller; büstiyer, tayt, kulaklık, rengarenk spor ayakkabılar değil mi?

Gerçekte ise hava soğuyunca mont, diz yapmış eşofman, kulaklıklar yerine de bere ve belki sırta boyna bele dolanan kocaman bir şal.

Kırmızı burnunla, sümüklerin aka aka yürürken hayal etmemiştin kendini değil mi?

Yaaa…. Hayaller Ebru Şallı’ydı, bir tek şal kısmı tuttu.

Önerilen 4: Bünyeyi Şaşırtın

Spora ara verip sonra yeniden hızlı devam ederek bünyeyi zorlayın.

Bak bu doğru öneri. Sadece detay eksiği var. Günler haftalar aylar? Ben şöyle uygun buldum. 30/35 yıl hiç spor yapmıyoruz.

Şöyle ki burnun düşse, eğilip almayacaksın. Sebat önemlidir. İradeli olacaksınız arkadaş.

Sonra 40’a doğru başlıyoruz. Böylece, vücudu şaşırtmak ne kelime dumura uğratıyoruz. Hadi yine iyisiniz. Bu bilgiyi de başka yerde bulamazsınız. Siz sağlıklı yaşam sevdalılarını aydınlatmak boynumun borcu.

Neyse siz yine de sağlıklı yaşayın. Elbette uzman önerilerini dinleyin. Benim gibi hepsini yapamayanlar için önerim, yapabildiğiniz kadarını yapın gitsin. 1 her zaman 0’dan iyidir diyerek devam etmek lazım sanırım.

Boşa slogan yapmamış adamlar: Just Do It!

Just Do It

Psikanaliz Hamamı

Psikanaliz Hamamı

Gelinin bacağı yamuk mu, memeleri pamuk mu görmek için kaynana, gelin adayını hamama götürürmüş…… Gelin hamamı yerine Gelin Psikanalizi’ni ritüel haline getireceğim. Bu konuda gerekirse yöresel festivaller düzenlerim. “#Bizde adet böleeee” diye sosyal medyada yayıp PR yaparım. Freud aslen Türk’müş diye çakma bir soy ağacı ile de desteklersem, istesem de bu akımı durduramam şekerim.

Gelin Hamamı zamanına göre güzel uygulamadır mutlaka ki; muazzam kadın aklı, bu uygulamayı uygun görmüş. Lakin günümüze ve kendi kriterlerime göre revizyon öneriyorum.

İlk pilot uygulamayı da tabii ki oğlumla yakınlaşacak gelin adayları (İç sesim: Zillilerrr!!!!) üzerinde yapacağım.

Gelin Psikanalizi ritüeli ile ilgili sosyal medyada akım başlatmak vb. zahmetlere girmeden önce fikrimi paylaşayım. Oğlan analarından destek görürsem bu pazarlama/tanıtım faaliyetlerine gerek kalmaz, kendiliğinden adet oluverir belki. Olur mu olur! N’olur olsun çünkü.

Şöyle oluyor şekerim:

Gelin adayını göbek taşına yatırmak yerine psikanaliz uzmanının karşısında bir kanepeye yatırıyorsun. Estetik kaygıları olan kaynana adayları varsa düz kanepe yerine josephine’e yatırsınlar.

Ölçüm meraklısı olanlar varsa baksın yine boyuna posuna, bacaklarının rot balans ayarına. (bence uğraşma. Oğlan da kız da karşılıklı vermiştir boylarının ölçüsünü. Sana laf düşmez bu saatten sonra…)

Nasıl ki kese esnasında gelin adayının kerpe kerpe ölü derilerini görmekten keyif alınıyordu, ruhunun ölmüş parçalarını keşfetmek, katman katman soyup derinlerdeki karanlık yüzü görmekten de rahatsız olmayız sanırım.

Fiziksel özelliklerdeki arızayı saptamanın kime ne faydası var? Ruhları anlayalım, kusursuzu değil ama bizim kusura uygunu belirleyelim en kralından. Malum bizim oğlanlar da arızasız değil yani.

Bakalım; hatunun gölge yönü ile, bizim oğlanın gölge yönü tıkır tıkır işleyip yuvarlanır mı?

Uygulamanın eksikleri/zorlukları da var elbette.

Hamam geleneğinde kız tarafı dolmalar yapar, malum. Fiziksel özellikler dışında mutfak becerilerini de ölçen bir detay olsa gerek.

Düşün şimdi…

En havalı uzmandan almışsın randevuyu, yatırmışsın gelini uzmanın karşısında en varaklısından Josephine’e…  NE DİYECEKSİN?

-Pardon Hocam… Seans esnasında, sakıncası yoksa, hanım kızımızın yaptığı dolmaları gömebilir miyim? Nefessiz kalana kadar boğazıma tıkıp, sonra da “o’sunu beğenmedim bu’su az olmuş; ama ben ona öğretirim gibi iki kelam edeceğim arada. Valla sizi rahatsız etmeden, ince ince veririm ben ayarı”

-…….? Hmmmm…..

Bence dolmayı es geç. Tavsiye etmiyorum kuzum. Kızı kaldırıp, seni koltuğa buyur edebilirler.

Hamam sonrasında dinlenme alanında içilen buz gibi gazoz yerine de terapiye daha uygun olan bitki çaylarını öneriyorum. Ayrıca müstakbel gelinimi ve dünürümü geğirirken görmeyi şahsen ben tercih etmiyorum. Gazlı içeceğe gerek yok. Bitki karışımları içsinler.

“O göbek taşına çıkarıp, gelin hanımı oynatamayacak mıyız?” diye haykıran bacılarımı duyar gibiyim.

“Bacılarım, hemşirelerim! Belki kalçalarını hangi frekansta çalkaladığını göremeyeceksin. Ve fakat… Söyle bana kuzum…. İleride, laf ebeliği yaptığında-hööööössst zilli. Ben senin ruhunu bilirim, kıvırma şimdi- diye höykürebilmek daha keyifli olmaz mı?”

Yaaaaaa. Bak yine aydınlanma sağladım, sayısız bünyeye. Uzun ama keyifli oldu bence.

Bunları başka şekillerde de kısaca ifade edebilirdim elbette. Şöyle ki:

Daha sıkıcı ifade “önemli olan iç güzellik”

İroniyi kaldırıp, sıkıcılığı muhafaza edersek “oğlanlar da çok matah değil ki kızları niye ölçüyoruz?”

Bilimsel bir şey öğrenmedik demeyin diye ekleme de yapayım:

Freud’a göre zihin katmanlardan oluşur. Aynı arkeolojik kazılardaki gibi, hastalarının zihinlerini kazmak tıpkı bir arkeoloğun kazması gibidir. Uzun zamandır kayıp olan zamanlara ait parçalar keşfedilir.

Ruhunuz da bedeniniz de sağlıkla kalsın dostlar.

Organik Zombi

Organik Zombi

Sarışın/esmer/kızıl tercih size kalmış. Ama esmer candır😊

Katkısız ve ekonomik olması adına evde konserve yapmaktan öteye geçmeliyiz artık. Daha fazla ekonomi yapmak gerek.

İşte akrepleyelkovandan yeni bir dev hizmet! “Evde düşük bütçeli zombie filmi”

Malzemeler:

1 Adet kömür/kil karışımı yüz bakım maskesi

1 adet saçı en az 3 gün taranmamış kadın, sarışın/esmer/kızıl tercih size kalmış. Ama esmer candır😊

Yırtık pırtık, tercihen haki yeşili ya da siyah kıyafet

Tarifin bu kısmında buraya kadar olan malzemeleri bir araya getirip tercihe göre komple ıslatabilirsiniz. Bu şekilde saçından kıyafetinden damlayan sular ve yerdeki ıslak ayak izleri ile zombie yerine “Samara” ya da “Göldeki Kız” kıvamı elde etmeniz mümkün. 

Yok kuru kullanım tercih ederseniz bir ayağını sürüyerek yürümesini sağlarsanız ev yapımı zombieniz hazır. Tercihen hemen servis ediniz. Süre uzadıkça maske kuruyup oyunculuğu zorlaştırabiliyor.

Oldu da diziye daldınız ve maske gereğinden fazla mı kurudu? Sakın atmayın, devir ekonomi devri. Nasıl ki, Taze soğanın en uç kısımlarını atmayıp çorbaya koyuyoruz bu fazla kurumuş siyah yeşil suratlı karakteri de mumya senaryolarında değerlendiriyoruz.

Işıkları mümkün olduğunca kapatın karışımı evde gezdirin.

Bu arada film keyfi bitince, kadın yüzünü yıkayınca altından pırıl pırıl bir cilt çıkacak. O da bonus olsun.

İyi eğlenceler

Sinsi Kabak Lobisi

Sinsi Kabak Lobisi

Kabak lobisinin ilüminati ile olan gizli işbirliğinin farkında olmayanların günahıdır “Kabak Tatlısı”.

Dünyayı kıyamete sürüklemek amacıyla “kabak tatlısı” gibi batıl inançlarla masum bünyeleri oyalamak suretiyle, resmin bütünü görmemizi istemeyenlerin bir oyunudur.

Kabaktan tatlı olmuyor, kabul edin artık. Üzerine tahin-pekmez döküp, ceviz serpiştiriyor olmaları; bu gerçeği değiştirmiyor. Ayrıca, o kadar malzemeyi sağ elime döküp onu kemirsem, onun da tadı çekilir olurdu.

Lakin üstüne kaymak da koyacakmışız. Manda kaymağı olacakmış. Breh breh breh!

Güzel şefim! Mandayı sürüsüyle çiftliğe koyup o çiftliğin tapusunu komple üstüme yapsan, tapu işlemleri için gittiğimiz noterde “Kabaktan Tatlı Olmaz” diye imzalı beyanat verir, noterden de tasdik alırım “hür iradesiyle ve her türlü baskımıza rağmen yine de fikri budur” diye.

Uzun bir izah oldu. Bak şöyle anlatayım:

Kabaktan Tatlı Olmaz

Oyuna gelme, kabak tatlısı yeme!

Evrim Bahane, Alfa Şahane

Evrim Bahane, Alfa Şahane

Beyanıma uymadığım takdirde mevcut DNA’mın ileride herhangi bir paleontolojik çalışma sonucunda bulunarak, tehlikenin farkında olmayan hayalperest gen mühendislerince çoğaltılamayacağı şekilde; suçum sabit olduğu anda imha edilmesini kabul ettiğimi beyan ederim.

Evrimde geldiğimiz noktada, bu ara form başarılı değil.

Belki ben maymun kalmak istiyordum, fikrim hiç sorulmadı.

Yırtıcı gören, uaa- uaaa ses çıkarıp diğerlerini uyaracak; sen de en arkada kalmamaya çalışıp kaçacaksın. Düşünsene tek derdin iyi meyve veren ağacı kapmak, yırtıcı görürsen kaçmak. Bu kadar! Oh miss..

Maymunlara yiyecekler belli. “Sarma sarayım, yuvalama yuğurayım da sabahlara kadar tek kaşığa 40 dene girecek küçüklükte yapmak hayattaki tek gayem olsun; varsın ben boyun fıtığı olayım möhim deeel” demene gerek yok.

Muz ağacına yerleşmiş, elinde tesbihli bir erkek maymun güruhu muhabbet ediyor mu? “Evropalı dişi maymunlarda iş yok azizim. Ama Sibirya maymunları! Ua Ua UUUUAAAAAA Onlar başka yeavvv “

Diğerleri de iç geçirip, uu-aa; uaa diye onaylıyorlar. Dişi konusu bitince, başkası olurdu sırada. Ne olacak bu bizim Muzgücü Sporun hali? Göbeğini kaşıya kaşıya başlıyor en kıllı olanı. En iyi muz stoperleri Kongo’luymuş da; neden efendim ordan transfer yapmıyor muşuz?

“Çok biliyorsun sen!” diyor beriki.

-Yabancı hakkını kaldırdılar, haberin yok. “Gen havuzu karışıyormuş”.

Para diye bir mefhum zaten yok. Zaman zaman sürünün Alfa’sı olmak için kapışıyorlar, hepsi bu. O durumda da sonuçlar net. YSK’ya itiraz eden maymun duymadım ben. Eski alfanın ağzını cart diye ayırdı mı? Ayırdı.

-Padişahım çok yaşa! Ne yöne gidelim majesteleri?

Sen benim bitimi ayıkla, ben senin bitini ayıklayayım, muzları da paylaşalım. Ohhhh miss. Net, arkadaş net!

Hadi diyelim evrildik.  Ama bari eşit seviyede olsaydık hepimiz.

Bir tarafta felsefeden, sanattan, teknolojiden konuşanlar diğer tarafta yemeğin tuzu az olmuş diye kadını tartaklayanlar; bir yanda dünyanın öbür ucuna gidip çocuklara yardıma koşanlar, diğer yanda çocuk istirmarcıları ve “bir kereden bişi olmaz” diyen şakşakçıları…

Senin; 10 manevrada, kan ter içinde, çizgilere paralel park ettiğin aracının arkasına gelip aracını olduğu gibi bırakan evril-e-memişler etrafta çok malum.

Adil değil. Aynı dünyayı paylaşıyoruz. Evrim prosedürüne geçmeden önce her gen kombinasyonuna sözleşme sunulsa fena mı olurdu yani? İnsan mı olacaksın? Peki bebeğim şurayı imzala. Tıpkı, internet satışlarındaki gibi sözleşmeyi okudum anladım seçeneği olacaktı. O sözleşme tabii onbin sayfa olurdu. Lakin özeti şöyle olurdu:

Beynimi kullanacağım. Bunun yanı sıra; bünyemde empati yeteneğimi bulunduracağımı, araya kaynamak, başkasının hakkını çalmak, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamak, çöpümü olduğu yere saçmak gibi saçma sapan eylemlerde bulunmayacağımı beyan ederim. Beyanıma uymadığım takdirde mevcut DNA’mın ileride herhangi bir paleontolojik çalışma sonucunda bulunarak, tehlikenin farkında olmayan hayalperest gen mühendislerince çoğaltılamayacağı şekilde; suçum sabit olduğu anda imha edilmesini kabul ettiğimi beyan ederim.

Olmaz mıydı yani? Bence muhteşem olurdu.

Belki benim gibi  sözleşmeyi imzalamayıp maymun kalmayı seçenler olurdu. O ağaç senin, bu ağaç benim, bebeler sırtta; ağaçtan ağaca zıpla dur. O da olmazdı ya neyse. Sözleşmeyi imzalayıp iki ayak üstüne duranlar, bizi kafese kapatıp fındık fıstık atardı.

Karar değiştirdim! Maymun da değil “cacık” olsaydık. Çünkü geldiğimiz noktada bizden bir cacık olmaz.

Sevgiyle ve az gelişmişlerden uzak kalmanız dileğiyle,

Sevdaluk Halleri

Sevdaluk Halleri

Sevdanın halleri üzerine üç beş laf dönüp duruyor kafamda. Yazmazsam kurtulamam malum.

Sınıflandırıp etiketleyince düzenli ve net oluyor her şey. Sınıflandıralım o vakit.

Çok seviyorum ölürüm onun için denilen haller-Ergenlik zamanlarıdır. Yaş ergenliği geçip hala bu yaklaşımda devam eden varsa, daha az Türk dizisi seyretmesini öneriyorum. Haftada en az bir kitap ve en az bir de hobi edinmesi, ruhen büyümesine faydalı olur.

Sevdanın s Hali- Bu dönem sarılıp “S” şeklinde kucaklaşarak geçirdiğin dönemdir. Yaşı-zamanı her bünyeye göre değişir. En makul ve paylaşımı karşılıklı olan dönemdir.

“Çok sevdim katlanıyorum” ise böööööööle orta yaşa henüz gelmemiş ama içi geçmiş, sevdayı gömmenin büyüme göstergesi olduğunu sanan zihniyet söylemidir. Bunun akabinde de “havalar da yağacak galiba, romatizmalarım azdı” filan diye devam eder. Bunu söylerken de yorgun bir eda ile battaniyeyi dizlerine örter. Arkanıza bakmadan kaçın:)

“O kadar çok seviyorum ki ölsün istiyorum” halleri orta yaş zamanıdır. Bir nevi geç ergenliktir. Sevmekten vazgeçemeyip, kötülüğü de görmeye takati kalmadığından, daha doğrusu gönlü yorulduğundan; ölsün de aman rahmetli de bık bık iyiydi, sırma saçlıydı, badem gözlüydü diye ağlaya ağlaya lokma döktüresi vardır.

“Seviyorum, ama onu sevmeyi eskisi kadar sevmiyorum” denilen zamanlar ise kemale ermiş bünyedir. Teşhis konur. Zaten bundan sonrasında su akar yolunu bulur, “bu yaralar da kurur” diyerek doğru yol bulunur.

Yolunuz doğru, yaralarınız kuru olsun. Lakin her daim sevdanız olsun.

Ey Ruh! Geldiysen 3 Kere Devinsene

Ey Ruh! Geldiysen 3 Kere Devinsene

Sanatçı, bu çalışmasında; günlük maskemizin altındaki gölge yönlerimizin ortaya çıkışını vurgularken … Yok be şaka, çalışmamın tek amacı kaz ayakları ve göz torbalarımı görünmez kılmak:)

Yine de eğer konsept diye yutturmak isteseydim nasıl anlatır; süslerdim okuyabilirsin.

Sanatçı bu eserine “Ruhumun Devinimleri” adını vermiştir. -Öyle dümdüz ruhu kim ne yapsın? Devinimlisinden olacaktı elbet ruhum;) -Eserde, içimizden biri olan sıradan insanın bile kendisi ile baş başa kaldığında açığa çıkan karanlık tarafının altını çizerken; kadının elindeki telefona odaklanış detayı ile, sosyal medya bağımlılığının kişinin ruhundaki renkleri ve canlılığı soldurduğuna gönderme yapıyor.

Breh breh breh… Hadi ya… Sanatçının bundan haberi var mı?

Peki. İkinci deneme o zaman.
Sanatçı, bu eserinde(!) ana hatları aynı kalsa da insanın zaman içinde renksizleştiğine gönderme yapıyor. Detaylardaki saçların dağınıklığı ise kafanın çocuksu çılgınlığı devam ettiği halde bedenin solarak ona uyum sağlayamadığını gözler önüne seriyor. “Zamanın Götürdükleri” adlı bu yapıtı “Şu An Uydurdum Akımı” nın klasikleri arasında şimdiden yerini almış görünüyor…

Gel vatandaş gelllll konseptin hası burdaaa…

Ben bu yolda yürürüm arkadaş.
Bir dahaki ürün/konsept kampanyam ikizlere takke konulu olacak. Şöyle ki
“Giel ablacım gel! Paris hilton da burdan aldı” şeklinde, yaratıcı(!) bir slogan düşünüyorum. Lakin müşteri gelir mi bilmem. Malum; kadın almak isteyecek, ama yanındaki adam kolundan çekiştirecek
-“Sen benim başımı belaya mı sokcan Ayten. Paris hiğltoğn mu olcan başıma. Tövbe tövbe”
Devinimsiz takkeler dilerim sevgili okur. Ya da öyle bir şey işte😊
Neşeli kalasın

Bapatya

Bapatya

Seviyor sevmiyor diye geçmişte çok papatya yaprağı yoldum. Çoğunuz çocukluğunda yapmıştır elbette.

Son yaprak seviyor çıkınca, ben de papatyayı severdim. O dakikadan sonra sanki suçlusu ben değilmişim gibi utanmadan yaprakları yolunmuş haline üzülürdüm.

Öyle yaparız. Seviyor mu acaba diye hırpalar, koparır, parçalar tanınmaz hale getiririz. Sonra da artık var olmayan bir güzelliğin melankolisiyle gereksiz havalara girer, efkarlı da şarkı patlatırız. İç geçirmeler, dalgın düşünceli pozlar filan. Ne güzel dünya.

Sevmiyor çıkarsa, daha da şeytanlaşırdım. Kalan yapraksız boynunu da koparıp kenara fırlatırdım.

Kısacası papatya için sonuç aynıydı, çünkü baş rolde papatya değil, benim sevdam oluyordu. Teknik olarak benim aşk filmimin senaryosu her durumda papatya cesetleri üzerine kuruluydu.
-Ex-Sevda niyetine, El Papatyaaaa….
-………AMİNNNN!
-Ey cemaat, Merhumeyi nasıl bilirdiniz?
-Kıymetini bilemedik

Yaş kemale erip de; seviyor sevmiyor sorusunun cevabını papatyalara sormadan da anlayabilir olduğumda, papatyalara başka gözle bakmaya başladım. Yok yahu! Başka gözle derken, öyle değil. Dünya Ahiret bacımdır hepsi. Senin için fesat bebeğim.

Diyeceğim o ki: Baş rolü papatyalara verince ne muazzam bir güzellik olduğunu görebiliyor insan. Baktım valla harika hatun bu Papatya. Tabii ki hatun😊

Düşünsene doğal ortamda kendiliğinden yetişiyor. Bahçıvan filan istemiyor. Suladılar/sulamadılar diye kimseden medet ummuyor. Gübremi vermediler de amanınnn azotum yetmedi; yetişin a dostlar yaprağıma dokundular da soldum- gibi tripleri de yok.

Sevmeyip de ne yapalım şimdi biz bu vahşi hatunu?

Yüzüklerin Efendisi, Yüzük Gerçekliği

Yüzüklerin Efendisi, Yüzük Gerçekliği

Bir varmış bir yokmuş.

Tarihi, efsane sanan çokmuş.

Cücelerin madenci, elflerin ölümsüz okçular olduğu zamanlarda; orta dünyada Frodo (Furudo) adında bir adam yaşarmış.

Lakin bu Furudo kitap ve film serisinde anlatıldığı gibi bir hobbit değil, Fahrettin adında bir Türkmüş.
Gel zaman git zaman gerçek adı unutulmuş. Herkes ona Furudo der olmuş.

Günlerden bir gün Furudo’nun karısı, Shire (Şaaayır)’ın berrak sularında çamaşır yıkamak üzere evdeki kirli pasaklı ne varsa toparlamış. Bir de ne görsün? Furudo’nun cebinden pırıl pırıl bir yüzük çıkmasın mı?

Boyu devrilesice diye dizlerini dövüp sayıp söverek Şaayır’ın merkez kıraathanesinin yolunu tutmuş.

Gandalf adında, sakallı bir dedenin işlettiği kıraathaneye bir giriş girmiş ki; Gandalf Baba, arıza çıkacağını anlayıp müdahale etmiş.
“Dur hele hanım kızım, bu ne öfke” diyerek durdurmuş hatunu. Sen karışma be adam!” diye adamı bir haşlamış ki-yaşlı adamın griye çalan saçı sakalı, o an tamamen ağarmış.

Rivayet olunur ki, o günden sonra ahali ona Ak Gandalf demeye başlamış.

Neyse efenim; Gandalf’ı geçen hatun, Furudonun oturduğu masaya koşup yumruğunu masaya vurarak “seni adi herif!” diyerek kocasının suratına tükürüvermiş.

“Bu ne lan bu ne….” diye elindeki yüzüğü Furudonun gözünün önünde sallarken berikinin suratına salak bir ifade gelip oturmuş. Kıymetlimisssss diye hatunun elindeki yüzüğe atılmışken, hatun çekip kurtarmış yüzüğü.
Kimin ulan bu yüzük? Bu yüzük ancak toynağa uyar diye yaygarayı koparmış.

Furudo  kıvırmaya başlamış.
“Bak yavrum, bak güzelim; bildiğin gibi değil. Ben hiç senin üstüne gül koklar mıyım? Bunlar hayat memat meselesi. Bu yüzük orta dünyayı kontrol edecek diğer yüzükleri kontrol eden hüküm yüzüğü … bık bık bık” anlatmaya başlamış ki hatun gürlemiş.

-Ne dünyası, çirkin bodur. Ben de üstünde ne yazıyor, Rus mu, Ukraynalı mı derken, sen kalkmış orta dünyanın tüm diyarları diyorsun. Yuh kart zampara!

Bizimki, hikayeden vazgeçmemiş. Ya kaybedecek; ya da yok artık bu kadarını uyduramaz dedirtecek bir hikaye ile paçayı kurtaracakmış.

Anlatmış da anlatmış. İşte yüzük amcasından ona kalan yadigarmışmış da. Onun da başına bela olmuş da. Yüzük taşıyıcısı seçilmiş de; bööööle simsiyah pelerinli adamlar onları ölük atlarla kovalıyormuş da; efenim yüzük Hüküm Dağı’nın ateşinde dövülmüşmüş de; yok efenim Mordor’a götürüp atılmazsa da dünyayı kötülük ele geçirecekmiş deeeee.

Hatta bak bu özel zırhı da bana hediye ettiler deyip gümüşi metalik yanar dönerli slim-fit bir janjanlı kıyafeti çantasından çıkarıp göstermiş. Kadıncağız bulduğu yüzüğe mi üzülsün, yoksa kocasının böyle janjanlı kombinezonlarına mı hayıflansın -şaşırmış kalmış.

Kızımız yığılıvermiş masaya. Yüzüğü yere fırlatıp, başını ellerinin arasına almış.
Furudo yüzüğü yerden kaparcasına alıp “Kıymetlimisssss” diyerek sırıtmış. Sam (aslında Samet) hemen araya girip yenge merak etme ben de beraber gider, yüzüğü Mordor’a götürmesini sağlarım derken Furudo pası alıp şutu çekmiş.
“Tabi tabi arkadaşlar da olsun. Su gibi iki-üç elf prensesine, ormanın taşşşş gibi kraliçesine filan yol danışır, bacılara teşekkür eder, görevi tez zamanda tamamlar gelirim; canım benim” derken iştahla gülümsemiş.
5. günün şafağında doğuya bak ve beni bekle karıcığım- diyerek yola koyulmuş.

Körün istediği bir göz kaçamağa gitmekmiş ama Allah vermiş iki göz ki arkadaşını da yanına alıp günlerce ortadan kaybolmasına kılıf bulmuş.

Böylece, ciltler dolusu hikayeye malzeme çıkacak kadar adam, Furudo’ya bu yolculuğunda eşlik etmiş. Çünkü erkek dayanışması bunu gerektirir:)

Ha bir de 5. Günün şafağında Mordor’dan dönünce bakmış ki yolunu gözleyen kimse yok. Hatunu; Legolas diye böle temiz pak, sarışın, ince, uzun bir adamla el ele- kol kola görünce….. Mordor’a dönüp kendini ateşe atmış. Bu kısım da filmde yok:)

Hikayenin ana fikri şu: Hüküm Dağı’nın ateşine güvenip, Hükümet gibi kadınları kandırmaya kalkmayın:) Ateşlerde yanmayın.