Vintage Hatunlar

Vintage Hatunlar

Kızlardan arayan arayana bugün. Biliyorsunuz bir grubumuz var. Arada toplanıyor çene çalıyoruz. Geçenlerde Rapunzel’den bahsettim diye bozulanlar olmuş. ‘Bizim hikayemiz daha mı az ilginç niye yazmıyor?’ diye kulaklarımı çınlatmışlar.

Tamam da ben hangi birinize yetişeyim. Her daim o kokmuş kırmızı şapkasını takan arkadan liselik, önden müzelik kırmızı başlıklı kızı mı, yalnızlıktan kuşa böcüğe konuşan Pamuk’u mu, ayakkabı denemekten fetiş sahibi olmuş Külkedisini mi anlatayım? Hepsi ayrı deli. Yine Rapunzel’in bir havası var. Evden çıkmaz, camdan bakmaz, temiz aile kızı.

Siz öyle misiniz ya?

Sen mesela Kırmızı Başlıklı olan! Her seferinde hepsinin köküne kibrit suyu deyip sabaha kadar dondurma, tatlı kendini boğup, sabaha hemen yenisine yem oluyorsun. Bi’ kıllı el, kıllı kulak görmeyesin sakın, hemen havalara girip şu patikaya gireyim bakalım peşimden gelecek mi? Gelirse seviyordur gelmezse avcı eline düşesin karnına taş doldursun diye beddualar filan. Ne oluyor kuzum? Bi’ ara ver. Hep de kurtları buluyorsun. Sonra ‘Vay efendim başıma gelenler!’ Az hanım ol. Ya da boş ver. Her kurda meze olmaktan artık sende hanımlık kalmamış. Koyver gitsin, lakin mola ver. İki kurdun hüznünü aynı dondurma kovasında yaşama bari.

Sen, hiç öyle kıkırdama kül kedisi. Sen de az fingirdek değilsin hani. Hizmetçi fantezisi diyorlar hemen havaya girip takıyorsun önlüğü. Çizmeyle aşk duymuştum da cam ayakkabıyla sevişeceğiz diyen adamla ne işin var kuzum? Bak, elin yüzün düzgün, paran yok ama ne dersen yapan bir dilek perin  var. Az kırıksın ama onu da seven var. Bi’ dur, ağır ol! Ne uğraşıyorsun elin manyağıyla. Bırak 34,5 numara ayakkabı kime uyarsa uysun. Cüce misin sen? Bir kovboy çizmesi çek bir gün de bacağına. Fransız Hizmetçi önlüğünü çıkar da bir kombinezon dene mesela? Her gün aynı yemek yenir mi? Önlük önlük nereye kadar? Yine de bu ayak fetişi prensten vazgeçip helal süt emmiş birini bul derim ben. İlla devam diyorsan yukarıdaki uyarılarımı dikkate al. Cam ayakkabı ortopedik değil, çok giyince kokar da o. Ayrıca, bizim Pamuk’tan duydum, ayakkabılarını su lekesi kalmasın diye bulaşık makinesinde yıkıyormuşsun. Böyyğgggh. Kız, Allah seni na’pmasın. Ayakların 41,5 numara olsun, bindiğin araba 12’den önce sebze halinin ortasında kabağa dönüşsün de tezgaha düşesin inşallah.

Gel gelelim sana Pamuk.  Doğru söyle kız, yok değil mi prens filan. Cüceler de sana vurgun filan değil karın tokluğuna bildiğin çalışıyorsun o kulübede. Kesin var bir kusurun ondan evde kaldın. Bence kurdeledendir o. Çıkar onu, bi’ bak kendine. Yıllardır aynı beyaz-laci-kırmızı kombini. Şu kuşa böcüğe konuşma, şarkı söyleme huyundan vazgeç. Erkekler, sevmez öyle anlayamadıkları şeyleri. Diz üstü bir etek giy. Kurdeleyi bırak, savur saçları, Elmayı da hart hurt yeme Allah aşkına artık. Bir bıçakla kuş yemi boyutuna getirip çatalla tabakta kovalayacaksın. Çeyreğini yedikten sonra da ‘ay çok geldi.’ deyip bırakacaksın. Ben mi öğreteceğim bunları sana?

Artık pişman oldunuz herhalde. Ben niye yazmıyorum sizi? Varsa halen bir kısmet bulma şansınız, ben ona mani olmayayım diye yazmıyorum tabii. Velakin çok istediniz artık siz bilirsiniz.

Belki ‘Vintage’ Hatun seven de vardır. İpliğiniz pazarda, fiyatınız 1 para.

Kendime Kurban

Kendime Kurban

Kurban olayım kendime.

Narsizmde zirveye varmışım da, kendime bayılıyorum türünden değil. Bugün hep kurban ben olayım.

Depresyonun dibinde, bohemin zirvesinde olabilmek en doğal hakkım olsun. Günahı bile yazılmasın üç beş kadehin, kanser riski fırsat bilmesin içtiğim paket sigara için. Yazık olsun bana.

Geçmiş hatalarımın kurbanı olayım, bana müstahak olsun. Ailemin hatalarının kurbanı olayım, çevremdekilerin duygusuz anlayışsız davranışlarının kurbanı olayım. Hep ezilmiş hep unutulmuş olmanın kurbanı olayım. Yazık olsun bana.

Alınmamış duş, taranmamış saç, lekelenmiş eşofman en çok bana yakışsın bugün.

Savaşacak, düştüğüm yerden kalkacak gücümün olmadığı mazeretim kabul görsün. İnanayım, inandırayım.

Kurban olayım bugün.

Her şeyden onlar suçlu, ben hep mağdur olayım. Kendi kendime üzüleyim, acıyayım, yazık olsun bana. Kimse beni anlamamış, ben hiç kendini anlatamamış, ama elbette hep haklı olayım.

Bugün de böyle olsun, her şeyden onlar suçlu, ben hep hakkı yenmiş olayım. Söylenirken durup ‘ama bana müstahak’ nidası patlatıvereyim.

Bugün de böyle olsun……

Dudağında Tekerleme Olsam

Dudağında Tekerleme Olsam

Çok zor bir tekerleme olsam, söylemeyi tek başarabilen ‘SEN’in dudağında takılıp kalsam.

Gören, duyan, beğeni ve hayretle baksa, ama ben hep o dudaklarda takılı kalsam.

Şöyle uzun, her mısrada farklı ama birbiriyle kafiyeli, kulak okşayan türden bir tekerleme olduğum için hiç sıkılmasan, usanmasan. Her mısrada zorluğumun, benzer görünen farklılıklarımın tadını çıkarsan. Ve ben hep o dudaklarda kalsam.

Bazen nefesini kessem, bazen inişli çıkışlı tonlarda olsam ama sen hiç tıkanmasan. Sonra yatak odası mırıltısı hoşluğunda masal okurmuşçasına beni bana fısıldasan. Tekerlemekten hiç vazgeçmeyip şımartsan mesela.

Öznesi ‘BEN’ olan tekerlemenin içinde ‘BİZ’ eriyene kadar dudaklarında kalsam.

Çanta taşıma alışkanlığı gibi el ele tutuşma hoyratlığında değil de, ilk kez dokunur gibi parmak uçlarınla ritim tutarak beni okusan.

Ve ben hep o sıcak dudaklarda kalsam.

Güncel edit: ‘Say My Name’ demişim yahu:) Kaç promildim acaba.

Küf Kokarsın Ya Hani

Küf Kokarsın Ya Hani

Bazen Küf kokarsın ya hani, ruhuna burnunu tıkarsın. Silkinip kendine gelmen gerektiğini anlarsın.

Mesela;

“Ayy bir düğün olsa da kurtlarımızı döksek!” cümlesi ağzından çıkar. Kulağına değdiği an ‘yaşlanıyorum’ nidasıyla küf kokan benliğine burnunu tıkarsın.

Metaforlarını not edip ruhunu döktüğün defterine Kalburabastı tarifi yazdığın an, Alllah’ım kalburabastı romanı mıydı kalemimin kariyerindeki zirve noktası diye küf kokan benliğine burnunu tıkarsın.

‘Şükür ki futbol yorumu programlarında güzel adamlar da olmaya başladı artık’ başlıklı şükür duası edersin de burnuna gelen küf kokusu ile silkelenip içeride acil durum kitap, defter ya da kalemi ararsın. Arayıp bulursun da zihnindeki tek metafor az önce 15 kez farklı açılardan izledikten sonra o tartışmalı ofsayt pozisyonu için yorumcunun kullandığı ‘KABAK’ basitliğidir. Ama kabak, KÜF kokar.

Mantı kapatırken filozof düşüncelere dalar ‘bu da oldukça huzur vericiymiş, bir çeşit bilişsel terapi’ diye görüntü ile olabildiğine tezat monologla düşüncelerinden uyanıp Küf kokan ruhuna burnunu tıkarsın.

Farkında olmalı insan. Farkına varır varmaz da havalandırmalı ruhunu. Tüm örümcek ağlarından arınmalı. Ne yapmak istediğini bilmese bile, ne yapmak istemediğini bilmeli.

Herkes piyano seviyor alıyor diye ‘kuyruklu mu duvar tipi mi’ polemiği yaşamak yerine ‘darbuka alıp salonumun baş köşesine koymak istiyorum, en sevdiğim 6/8 lik ritim’ netliği değil mi sence de huzurlu olan?

Hasarsız Ayrılıklar

Hasarsız Ayrılıklar

Hasarsız ayrılıklar gerek! Kasko bozulmasın, ödediğin primler artmasın diye; hasarsız gidebilmek ya da geride kalan olabilmek gerek.

Hasarsız kalabilmek; kalben, ruhen hasarsız kalabilmek gerek, yoksa daha önce öpülmemiş, sevilmemiş sevişmemiş kalmak değil mesele.

Yavaş gidişler mi olur hasarsız? Yavaş yavaş ‘biz’ yokmuşuz gibi kalıp ‘ben’ varmışım mı olmalı ilk adım?

Sonra ‘ben’e alıştığı zaman insan mutluluklar dileyip teşekkür mü etmeli acaba? Pişman olacağı bir şey söylemeden ama her yeni öpüşte ‘acaba söyleseydim şimdi bu dudaklar değil eski bildik dudaklar mı olurdu beni ısıtan’ diye düşüneceğini bilerek.

Ya aniden ‘ben’ olmak daha hasarsız ise? Belki şapkanı alıp gitmek ya da gidene şapkasını verirken pişman olacağını bilse de insan, doğru-yanlış bağırmaktır kolay olan.

Her daim yeşil kalmak mı? Yoksa çiçek ve meyvelerle bezenme mutluluğuna erişmek için, sonbaharda sararıp yavaşça kızıl kahveye sonra da hiç’liğe dönmeyi kabullenmek mi güzel?

Aman Tellak Can Tellak

Aman Tellak Can Tellak

Hamamda sıcak su biter mi?

Olay İstanbul’da geçiyorsa biter.

Bolu’da geçen çocukluğum boyunca hamam, kaplıca vb’nin dibine vurmuş biri olarak, hiç benzer bir vaka ile karşılaşmadım.

Olay İstanbul’da geçince ‘ Bu ne kardeşim dünyanın aidatını ödüyoruz bu ne rezalet’ diye arıza çıkarabiliyorsun. Ancak aynı durum Bolu’da gerçekleşseydi yazıya konu olan sıcak su doğal yer altı kaynağı, ödenen söz konusu aidat da fitre ve zekat olduğundan ” Bu ne rezalet canım! Bi dünya FITRE ve ZEKAT ödüyoruz” demez, diyemezdik.

Kesin yer altında kayma var deprem mi olacak acep diye yutkuna yutkuna kaçışmak en gerçekci senaryo olurdu.

Eh İstanbul! Güzel balıkçıların olmasa, inan çekilmiyorsun bazen.

Kömür Kokusu

Kömür Kokusu

Havada yıllar sonra kömür kokusu var bu akşam.

13-15 yaşlarında Bolu’da erken gelen kışlarda havayı kaplayan kömür kokusundayım sanki. Unutulmuş bir koku.

Daha neler var böyle unuttuğum?

Adı “yaz” olan, aslında hep ilk bahar kıvamındaki Bolu yazları mesela. Bütün gün ders yok bahçelerdeyiz diye sevinip, sonrasında yüzümü basan çillere sövüşümü özlüyor da olabilirim.

Belki de 4 defa okuduğum Çalıkuşu romanıdır özlediğim. Yoksa 5 miydi?

Duvardaki Tarkan posterleri, dersaneyi kırma planları ya da belki kendime ait ilk deodorantım mücevher kıymetindeki. Anlamını bilmeden sırama kazıdığım ayıp rock şarkısı sözleri…

19 Mayıs provalarında küçük kese kağıtlarında bilmem kaç liraya satılan ilk yeşil eriklerin heyecanı mesela. Hepsi saklı kömür kokusunda.

Son geceye bırakılan sınav çalışmaları, hep kız kardeşime yaptırdığım resim ödevleri.

Sıra arkadaşımın tenine hiç uymayan, ekşi peynir gibi koktuğunu asla söyleyemediğim parfümü,

Ocakta kaynarken etrafa yaydığı koku ile acaba doğru sıcaklığı tutturabilecek miyim stresi yaşatan yoğurt mayalanmaya aday süt.

İlk yakınlaşmamız, eşinin vefat ettiği gece ve ‘apartmandaki tek uyanık kişi babam olduğu için’ gerçekleştiğinden bana sonraları da evi hep ‘eski, ölü’ kokan komşu.

Kömür kokusu 0,5 uçlu kalem, sarı teksir kağıdında mor renkli ispirto kokan yazılı soruları.

Üstünde kar taneleri içinde mis kokulu turp ve roka dolu yeşil-siyah pazar poşetleri.

Evde yapılmış şalgam suyu, kuru dolma, heyecanla beklenen Pazar gecesi Parliament Sinema Kuşağı. Hepsi kömür kokusu.

Okul eteğinin altına dize kadar giyilen havlu çoraplarım ve pazartesi sabahı nemli bulunduğunda saç kurutma makinesi ile kurutulmaya çalışılırken çıkardıkları yanmış naylon kokusu.

Kömür kokusu yazlık aşklar bitti’nin acı ifadesi, doyasıya balık keyfi, kar tatilleri.

Bir nefes kömür beni öyle alıp götürdü ki, doğal gaz o zaman iyi ki yokmuş dedim. 20 yıl sonra bugünümü bana ne hatırlatır acaba?

Komşumun kahvaltı dahil her öğün tükettiğini düşündüğüm köri kokusu mu? Oğlumun mis kokusu mu? Yoksa aşkımın kullandığı ve  o tarihte artık antika sayılacak tıraş kolonyası mı?

Yaşarsak görür, görürsek elbet yazarız:)

Rapunzelin Garsoniyeri

Rapunzelin Garsoniyeri

Rapunzel dediğin, garsoniyer’e kapatılmış bir kızcağız aslında. Bilmem kaç metre saçı var, kuaföre gidemiyor. Rezidans kulede suit daire, ama banyo tuvalet kendisi temizliyor.

Üstelik bunları yaparken üstüne bir eşofman çekme lüksü de yok. Tarlatanlı tuvaleti ile bütün gün bekliyor.
Yerim öyle prensesliği!

Bütün gün beyaz at kolla camda. Beyaz at möhim çünkü. Üstündeki kim olursa olsun. İş ata kalsaydı Arap Şeyhlerinin haremleri buldumcuk’un sözlük anlamı olmaz mıydı?
Rapunzel’in kaderine inat, saçları kesmek gerek. Beyaz atlı prens gelince de ‘ Ayyy … Şimdi bunun pisliği çok kokar, sakın evin önüne park etme!’ diye burun kıvırmalı.
Kılı tüyü fora edip, mızıklayan olursa ‘e işte, el değmemiş’ deyip prensin yüzündeki tiksinmeyle dumur karışımı ifadenin tadını çıkarmak hoş olurdu.

Ne yemek var diye sorulunca haşlanmış patatesi dayayıp ‘ne yapalım mantı açanı mı gördük ki öğrenelim?’ bakışını takınıp manikürsüz ellerle patates kabuklarını soymaya başlamalı mesela.

Kuleden bozma garsoniyerde, nişasta tüketmekten 30-40 kg alıp protein diyetine başlayacağım diye prensin atını kesmeli Rapunzel. Prens buna bozulursa beni buraya kapatan cadı bile senden iyiydi ahh ahh bilemedim ben kıymetini diye böğüre böğüre ağlamalı mesela.
Bizim Rapunzel, senelerce orada kaldığı için elbette Agorafobik olduğundan arkadaş grubuyla sadece kendi garsoniyerinde -pardon ‘kulesinde’ – görüşmeli.
Yıllar Yıllar uyuduktan sonra bir başka at hırsızı tarafından öpülerek uyandırılan uyuyan güzel, en iyi arkadaşı olmalı bizim Rapunzel’in. İki günde bir gelir prenslerini çekiştirmeliler.
“Amaaaaan Şekerim, nalların sesi uzaktan hoş geliyormuş. Ne öpüşmüş o. Bir öptü, o günden beri uyku haram oldu. Hayır güzel öpüşüyor mu onu bile bilmiyorum. Neticede ben uyuyordum. O günden beri de TIK yok. Yemekti bulaşıktı gece zor yatıyorum . Keşke bıraksaymış, az daha uyusaymışım. Mis gibi her yanı cam, manzaralı yatak. Ne karışan ne görüşen var. Rüyalar, Rüyalar…. Ama ne sonra, yok illa öpücem!…”
Rapunzel de kafasını sallayıp ‘haklısın şekerim bilemedik biz kıymetini, ne rahatmış aslında. Nohut oda bakla sofada tek başıma gül gibi yaşıyormuşum’ demeli.
Sonra gökten 3 elma düşmeli… Düşmeli de; bizim kızlar ne demeli?
Rapunzel sızlanmalı : Elma ne yaaaa, domates olaydı. Salça yapacağdık.
Uyurken hunharca öpülerek uyandırılan güzel kankasına arka çıkmalı mesela: Valla domates ne iyi olurdu ben de tarhana dökeceğdim.

Erikler Tezgaha

Erikler Tezgaha

Evet, erikler tezgaha düşsün istiyorum. Ama köşedeki sosyetik manavın tezgahında değil, bildiğin pazar tezgahı veya tekerlekli işporta tezgahına düşsün, kg’ı da tek haneli rakamlarda olsun.

Hayır derdim ekonomi değil, hormonlu gıdalar veya market/esnaf/pazarcı rekabetini iş edinmiş de değilim. Artık bahar olsun istiyorum. Ispanak, bakla, kerevizi de özlemiştik ama bu kadar hasret gidermek yeter. Artık erikler arz-ı endam eylesin.
Erik, benim için gereğinden fazla anlamlı bir meyve.  Örneğin aşk mevsiminin başladığına işarettir. Kışın ardından bahar gelir güneş göz kırpar ve kalbin tıp tıp değil pat pat atmaya başlar.
Orta okul-lisede erikler kese kağıtları içinde tezgaha düştüğünde 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı için hazırlanan dans vb gösterilerin provaları başlardı. Bu provalar birkaç anlam taşırdı…
1) Genelde hem orta okul hem lisede aşık olduğum çocuklar hep üst sınıflarda olduğundan ancak ve ancak tenefüs dakikalarında uzaktan kendilerini izleyip iç çekerkeeeenn….. tam da erikler kese kağıdına girdiğinde bayram hazırlıklarında her gün tenefüs olurdu. Allahtan boydan genelde şanslı olduğumdan üst sınıflarlara yakın ön saflarda çimenlerde erikleri yiyip sağı solu keserdim. Erikler tezgahta, ben aşklarda…..

2) Kasvetli güneşsiz günler bitti. Erikler yenilecek, bisikletle dağ bayır gezilip güneşten yüzümdeki çiller Voltran’ı oluşturacak şekilde güç birliği yapacaklar.

Yine bahar, yine tezahta erikler , yine aşk, yine çiller……..