Dominik Tarhanası

Dominik Tarhanası

“The walking Dead” oyuncusu gibiyiz hepimiz. İzlerken de düşünmüştüm Türkiye’de çekilse bu senaryo, kim oynardı diye. Mesela Rick Grimes’ ın 6. Sezondaki sakallı hali için Halit Ergenç’le görüşmelerim devam ediyor. Muhteşem Yüzyıldaki sakal gıdıdan aşağıda haliyle oynasın diyorum.

Gündemle ilgili uzun yorum yapmak gibi bir niyetim yok.

Kamu spotumsu fikrim şudur ki : Umursamaz olmayalım, temizliğimize dikkat edelim, az insanla temas edelim ama felaket tellallığı da yapmayalım.

Panik havası, güvenlik tedbirlerini yok sayıp, saçmalamamıza sebep olur unutmayalım.

Şu sıralar çoğumuzun tek derdi raflarda makarna bulup bulamayacağımız.

Bir ara yarışma program vardı hatırlayanlarınız vardır. Markete giriyor yarışmacılar ve bir arabayı dolduruyorlar. Süre sonunda en fazla tutarda mal alan kazanıyor. Das Kapital! 😊

Şu sıra tam da öyle anlar yaşanıyor marketlerde.

“The walking Dead” oyuncusu gibiyiz hepimiz. Kimin acil durum planı nasıl- muhabbet hep bu.

İzlerken de düşünmüştüm Türkiye’de çekilse bu senaryo, kim oynardı diye. Mesela Rick Grimes’ ın 6. Sezondaki sakallı hali için Halit Ergenç’le görüşmelerim devam ediyor. Muhteşem Yüzyıldaki sakal gıdıdan aşağıda haliyle oynasın diyorum.

Arbaletine kurban olduğum Daryl Dixon rolünü, kimselere yakıştıramadım henüz. Belki kıyamam yumuk gözlüme, komple çıkarırım Türk versiyonunda.

İzlemeyenler bile tahmin edebilir. Dünyanın başı dertte, hayatta kalma mücadelesi her yerde. Para da işe yaramıyor, bulduğunu yiyorsun. Dominik’te filan değil bebeğim, her yerde bir survivor olma çabasında yaşayan insancıklar var senaryoda.

Bizde çekilemiyor öyle filmler. Tespitime göre iki büyük problem var sektörün önünde. Dev bir hizmet daha benden size. Sinema/dizi sektörüne yeni bir soluk getiriyorum. Hazır olun.

Sorun 1. Her türlü yeni ürün arzı ve sağlık hizmetinden yoksun yeni dünyada kesikler, yaralar vb için mutlaka bir adet skoç viski şişesi gerekiyor.

Kahraman yaralanmış, sen ekran başında kıvranıyorsun -ah kuzum dayanamam, ölme nolur- diye. Tam o sırada biri diyor ki “hemen kurşunu/oku kesip atacağız ama anestezik malzeme yok. Dişini sıkıp hayranlarına -of be koçum- dedirteceksin. Dezenfeksiyon için bu iş görür.” Şaaaaaak… alıyor viski şişesini. Bir yudum içip bir yudum da yaralıya veriyor. Racon belli, şişenin kalanı yaraya boca edilecek. Bizim ülkede yaygın olmadığından hiçbir sahnede kahramanı yaralayıp ağız tadıyla anestezisiz dikiş atılamıyor maalesef.

Çözüm: Her evde Balıkesir kolonyası var. Benim gibi, misket limonu haricinde herhangi birine dayanamayanlar bile; malum sebepten aldı artık evine. Rahat rahat çekeriz o sahneleri. Adamın böğrüne kebap şişi girmiş mesela. Yardımcı oyuncu kadraja girip “Bu biraz acıtacak” (bu cümle farzdır) dedikten sonra besmele çekip kolonyayı basacak. Yalnız bir yudum içirme işini yapmasınlar. Maazallah.

Sorun 2. Bu tip filmlerde gelinen noktada; taze gıda olmadığı için konserve sardalya, fasülye vb tüketilir. Sardalya, ançüez, cornflakes nedir canım yaa? Ne tüketecek bizim karakterler?

Çözüm: Tarhana elbette.

Gözünün önüne getir şimdi. Çalıların rüzgarla savrulup döndüğü in cin top oynayan, hayalet kasabaya girecek ekip. Büyük görev ise şu: Evlerde tarhana avına çıkacaklar. Fasülye-domates konservesi, turşu yapan kadınlar da çok hayır duası alacak elbette. Salçalı ekmekle beslenerek 10 sezon geçirtiriz vesselam ekibe.

Yine de hiçbiri bir tarhana değil. Baş karakter Rick yerine Remzi olsun mesela. Corn flakes bulsa Remzi sevinir mi yahu? Bir ay önce, masada kereviz var diye isyan edip masayı yıkmış bünyeyi, mısır gevreği ile doyurabilir misin?

Kereviz seven Remziler alınmasın. Az daha duyar kasayım. Kereviz de alınmasın, örnek verdim sadece. Pırasa da olabilir mesela. Pırasa seven Remziler de meclisten dışarı……..Ispanak seven Okşanlar, enginara bayılan Kazımlar, yer elmasına hasta olan, kabağa doyamayan, patlıcana nikah kıyanlar……

Bu gibi zamanlarda herkes üstüne düşeni yapacak. Elini taşın altına koyacak. Ben de üstüme düşenin bir kısmını yaptım böylece.

Sektör, aklını başına alıp, bu önerilerimden faydalanarak örnek teşkil edecek filmler çekerse; Allah esirgesin olur da bir zombi istilası olduğu takdirde zombinin durumuna göre Fatiha veya Nas ve Felak okuduktan sonra herkes ne yapabileceğini bilecek.

Sağlıklı ve hijyenik kalınız efendim. Mecbur kalmadıkça evden dışarı çıkmayın. Okuyun, film seyredin, çocuklarınızla, ev halkıyla oyunlar oynayın.

Her şerde hayır vardır

Organik Urgan

Organik Urgan

Demiyorlar ki: triceps, biceps filan kelimelerini duyunca cips markası sanıyorsan; hiç bu yola girme. Bilgiyi net verin arkadaş.

Doğal ve sağlıklı yaşam, güzel kavram azizim. Ancak karışık biraz. Kafayı takınca içinden çıkamıyorum.

Sabah güneşini mi selamlayayım, nefesimi mi düzenleyeyim? Spor yapacaksak kahvaltıdan önce miydi? Yoksa kahvaltı hiç yapmıyor muyduk? Bol su tüketip vücudu 14-15 saat aç mı bırakacaktım?  

3 bitki çayını içip; kara kovan balına propolis kattıktan sonra kaşık mı çalayım?

Kafamda deli sorular. Bunaldım. Hepten vazgeçip, en organiğinden bir urgan bulayım diyorum😊

Oradan bir şey öneriyorlar, öteden farklı şey. Öneri dediğin net olur.

Önerilen 1: Rahat Ayakkabılarla Yürüyüş Miktarınızı Arttırın

İtirazım var, hem de bilimsel: İstatistiğime göre rahat ayakkabılarla attığım adım sayısı, topuklularla yürüdüğümden daha az. Yanlış bilgilerle, egzersize aç bünyeleri zehirlemeyin artık! Yürürken topuk tıkırtısı ritim tutmuyorsa; yürümenin ne keyfi var?

Beni dinleyin, yürüyüşe topukluyla çıkın. (Abartmayın elbette. Ölçüyü de vereyim. Serçe parmağınız boyunda bir topukla tıkır tıkır yürürsünüz. Daha yükseği can yakar)

Önerilen 2: Bol Su Tüketin

Spor esnasında ve sonrasında bol su tüketin. Öneri güzel, lakin detay eksik işte. Biz, bilgiye muhtaç bünyeler; sanıyoruz ki terleyip suyu kafamızdan döküp saçları savuracağız vb. havalı hareketler yani.

Bunu koşu bandının üzerinde yapmamak gerektiğini söyleyen yok. Demiyorlar ki karton bardaktan boca etme, mümkünse şişe kulan.

Demiyorlar ki: triceps, biceps filan kelimelerini duyunca cips markası sanıyorsan; hiç bu yola girme. Bilgiyi net verin arkadaş.

Önerilen 3: Teri Atan Spor Kıyafetler Edinin

Rahat, teri dışarı atan, hava alan spor kıyafetleri edinmek gerekiyormuş. İtirazım var. Edinmeyin!

Bir heves alıp, aynada kendimizi seyrettikten sonra; gerçekle yüzleşiyoruz. Hayaller; büstiyer, tayt, kulaklık, rengarenk spor ayakkabılar değil mi?

Gerçekte ise hava soğuyunca mont, diz yapmış eşofman, kulaklıklar yerine de bere ve belki sırta boyna bele dolanan kocaman bir şal.

Kırmızı burnunla, sümüklerin aka aka yürürken hayal etmemiştin kendini değil mi?

Yaaa…. Hayaller Ebru Şallı’ydı, bir tek şal kısmı tuttu.

Önerilen 4: Bünyeyi Şaşırtın

Spora ara verip sonra yeniden hızlı devam ederek bünyeyi zorlayın.

Bak bu doğru öneri. Sadece detay eksiği var. Günler haftalar aylar? Ben şöyle uygun buldum. 30/35 yıl hiç spor yapmıyoruz.

Şöyle ki burnun düşse, eğilip almayacaksın. Sebat önemlidir. İradeli olacaksınız arkadaş.

Sonra 40’a doğru başlıyoruz. Böylece, vücudu şaşırtmak ne kelime dumura uğratıyoruz. Hadi yine iyisiniz. Bu bilgiyi de başka yerde bulamazsınız. Siz sağlıklı yaşam sevdalılarını aydınlatmak boynumun borcu.

Neyse siz yine de sağlıklı yaşayın. Elbette uzman önerilerini dinleyin. Benim gibi hepsini yapamayanlar için önerim, yapabildiğiniz kadarını yapın gitsin. 1 her zaman 0’dan iyidir diyerek devam etmek lazım sanırım.

Boşa slogan yapmamış adamlar: Just Do It!

Just Do It

Evrim Bahane, Alfa Şahane

Evrim Bahane, Alfa Şahane

Beyanıma uymadığım takdirde mevcut DNA’mın ileride herhangi bir paleontolojik çalışma sonucunda bulunarak, tehlikenin farkında olmayan hayalperest gen mühendislerince çoğaltılamayacağı şekilde; suçum sabit olduğu anda imha edilmesini kabul ettiğimi beyan ederim.

Evrimde geldiğimiz noktada, bu ara form başarılı değil.

Belki ben maymun kalmak istiyordum, fikrim hiç sorulmadı.

Yırtıcı gören, uaa- uaaa ses çıkarıp diğerlerini uyaracak; sen de en arkada kalmamaya çalışıp kaçacaksın. Düşünsene tek derdin iyi meyve veren ağacı kapmak, yırtıcı görürsen kaçmak. Bu kadar! Oh miss..

Maymunlara yiyecekler belli. “Sarma sarayım, yuvalama yuğurayım da sabahlara kadar tek kaşığa 40 dene girecek küçüklükte yapmak hayattaki tek gayem olsun; varsın ben boyun fıtığı olayım möhim deeel” demene gerek yok.

Muz ağacına yerleşmiş, elinde tesbihli bir erkek maymun güruhu muhabbet ediyor mu? “Evropalı dişi maymunlarda iş yok azizim. Ama Sibirya maymunları! Ua Ua UUUUAAAAAA Onlar başka yeavvv “

Diğerleri de iç geçirip, uu-aa; uaa diye onaylıyorlar. Dişi konusu bitince, başkası olurdu sırada. Ne olacak bu bizim Muzgücü Sporun hali? Göbeğini kaşıya kaşıya başlıyor en kıllı olanı. En iyi muz stoperleri Kongo’luymuş da; neden efendim ordan transfer yapmıyor muşuz?

“Çok biliyorsun sen!” diyor beriki.

-Yabancı hakkını kaldırdılar, haberin yok. “Gen havuzu karışıyormuş”.

Para diye bir mefhum zaten yok. Zaman zaman sürünün Alfa’sı olmak için kapışıyorlar, hepsi bu. O durumda da sonuçlar net. YSK’ya itiraz eden maymun duymadım ben. Eski alfanın ağzını cart diye ayırdı mı? Ayırdı.

-Padişahım çok yaşa! Ne yöne gidelim majesteleri?

Sen benim bitimi ayıkla, ben senin bitini ayıklayayım, muzları da paylaşalım. Ohhhh miss. Net, arkadaş net!

Hadi diyelim evrildik.  Ama bari eşit seviyede olsaydık hepimiz.

Bir tarafta felsefeden, sanattan, teknolojiden konuşanlar diğer tarafta yemeğin tuzu az olmuş diye kadını tartaklayanlar; bir yanda dünyanın öbür ucuna gidip çocuklara yardıma koşanlar, diğer yanda çocuk istirmarcıları ve “bir kereden bişi olmaz” diyen şakşakçıları…

Senin; 10 manevrada, kan ter içinde, çizgilere paralel park ettiğin aracının arkasına gelip aracını olduğu gibi bırakan evril-e-memişler etrafta çok malum.

Adil değil. Aynı dünyayı paylaşıyoruz. Evrim prosedürüne geçmeden önce her gen kombinasyonuna sözleşme sunulsa fena mı olurdu yani? İnsan mı olacaksın? Peki bebeğim şurayı imzala. Tıpkı, internet satışlarındaki gibi sözleşmeyi okudum anladım seçeneği olacaktı. O sözleşme tabii onbin sayfa olurdu. Lakin özeti şöyle olurdu:

Beynimi kullanacağım. Bunun yanı sıra; bünyemde empati yeteneğimi bulunduracağımı, araya kaynamak, başkasının hakkını çalmak, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamak, çöpümü olduğu yere saçmak gibi saçma sapan eylemlerde bulunmayacağımı beyan ederim. Beyanıma uymadığım takdirde mevcut DNA’mın ileride herhangi bir paleontolojik çalışma sonucunda bulunarak, tehlikenin farkında olmayan hayalperest gen mühendislerince çoğaltılamayacağı şekilde; suçum sabit olduğu anda imha edilmesini kabul ettiğimi beyan ederim.

Olmaz mıydı yani? Bence muhteşem olurdu.

Belki benim gibi  sözleşmeyi imzalamayıp maymun kalmayı seçenler olurdu. O ağaç senin, bu ağaç benim, bebeler sırtta; ağaçtan ağaca zıpla dur. O da olmazdı ya neyse. Sözleşmeyi imzalayıp iki ayak üstüne duranlar, bizi kafese kapatıp fındık fıstık atardı.

Karar değiştirdim! Maymun da değil “cacık” olsaydık. Çünkü geldiğimiz noktada bizden bir cacık olmaz.

Sevgiyle ve az gelişmişlerden uzak kalmanız dileğiyle,

Ey Ruh! Geldiysen 3 Kere Devinsene

Ey Ruh! Geldiysen 3 Kere Devinsene

Sanatçı, bu çalışmasında; günlük maskemizin altındaki gölge yönlerimizin ortaya çıkışını vurgularken … Yok be şaka, çalışmamın tek amacı kaz ayakları ve göz torbalarımı görünmez kılmak:)

Yine de eğer konsept diye yutturmak isteseydim nasıl anlatır; süslerdim okuyabilirsin.

Sanatçı bu eserine “Ruhumun Devinimleri” adını vermiştir. -Öyle dümdüz ruhu kim ne yapsın? Devinimlisinden olacaktı elbet ruhum;) -Eserde, içimizden biri olan sıradan insanın bile kendisi ile baş başa kaldığında açığa çıkan karanlık tarafının altını çizerken; kadının elindeki telefona odaklanış detayı ile, sosyal medya bağımlılığının kişinin ruhundaki renkleri ve canlılığı soldurduğuna gönderme yapıyor.

Breh breh breh… Hadi ya… Sanatçının bundan haberi var mı?

Peki. İkinci deneme o zaman.
Sanatçı, bu eserinde(!) ana hatları aynı kalsa da insanın zaman içinde renksizleştiğine gönderme yapıyor. Detaylardaki saçların dağınıklığı ise kafanın çocuksu çılgınlığı devam ettiği halde bedenin solarak ona uyum sağlayamadığını gözler önüne seriyor. “Zamanın Götürdükleri” adlı bu yapıtı “Şu An Uydurdum Akımı” nın klasikleri arasında şimdiden yerini almış görünüyor…

Gel vatandaş gelllll konseptin hası burdaaa…

Ben bu yolda yürürüm arkadaş.
Bir dahaki ürün/konsept kampanyam ikizlere takke konulu olacak. Şöyle ki
“Giel ablacım gel! Paris hilton da burdan aldı” şeklinde, yaratıcı(!) bir slogan düşünüyorum. Lakin müşteri gelir mi bilmem. Malum; kadın almak isteyecek, ama yanındaki adam kolundan çekiştirecek
-“Sen benim başımı belaya mı sokcan Ayten. Paris hiğltoğn mu olcan başıma. Tövbe tövbe”
Devinimsiz takkeler dilerim sevgili okur. Ya da öyle bir şey işte😊
Neşeli kalasın

Alaca Karanlık Kümesi

Alaca Karanlık Kümesi

Zombilerden korku gerilim filmi mi olur?
Ben sana gerçek bir gerilim senaryosu yazayım. Zombi değil, kaz sürüsü koyacaksın. Sen hiç 5 yaşında, her Allah’ın günü okul yolunda kazlar tarafından kovalandın mı?
Sonra neymiş? “anaokulunu da sevmedi!” Acaba niye? Ben bilmez miydim hamurları eze yoğura kargacık burgacık prenses yapmayı? O kadar korkup koşunca, tık nefes olup kendin hamur gibi yayılıyorsun haliyle.

Ses efektine gerek yok, zaten sesleri ürkütücü. Boyut desen, 5 yaşa göre ne kadar selvi boylu olursan ol yine de kazlar sana dev görünüyor. Gagalarını öne uzata uzata koşmalarını gözünde canlandır bakalım. Zombi denen ölük ve koşamayan kansızlar mı daha ürkütücü, yoksa hedefine kilitlenmiş kanlı canlı bir kaz sürüsü mü? Başka sorum yok sayın hakim! Oscar’ı adresime gönderirsiniz.

Korku gerilim filmlerinin bir versiyonu daha var. Örnek veriyorum 6. His. Çocuk film boyunca hayaletlerden korkuyor da filmin sonunda dertlerini anlatmak için çocuğu takip ettiği ortaya çıkıyor. Onun da şöyle bir versiyonunu yapacağım:

5/6/8 hatta 10 yaşındasın. (Evet, yılmadım ve hep aynı hataya düştüm! Serisini çekeceğim, her yaşa bir bölüm.)
Neyse efenim. Yolda kolide satışta görülen neşeli şirincek civcivler ‘ayy ne ciciş’ nidaları ile her kardeşe birer adet alınıp eve gelinir. Masum başrol kızcesi, civcivi sever, okşar, agucuk yapar. Birkaç gün sonra diğer kardeşlerin civcivleri işveli cilveli tavukçuklara doğru evrilirken kızcemizin civcivinin horoz olduğu belli olur. Salonda kız önde koştukça o da savaşçı bünyesi ile ardından koşar. Yakalasa gagasının tırnak törpüsü kadar bile etkili olmasa da, o kovalamaca tık nefes eder. Günün sonunda horozcuğun tek derdinin “birkaç buğday tanesi ver bana kurban olduğum” olduğu anlaşılır.

Senaryoyu yazdığım gibi başrolü de ben oynayacağım. Koşmaktan nefesim tıkanıp yerde yattığım sahnede fısıldayarak kırçıllı bir sesle ‘I SEE COCKS’ diye araya repliği sıkıştıracağım.
Oscar’a az kaldı velhasıl-ı kelam. Korku gerilim dalında en iyi hikaye ödülünü alacağım kısmetse.
Mısırları patlatın, koltuklara kurulun. Çok yakında vizyonda.

Kınalı Günlük

Kınalı Günlük

Trajediden besleniyoruz hepimiz. Bir yerde bir trajedi yaşansa da ahu vah edip çekirdek çitlerken meze yapıp detayları konuşsak diye hepimiz pusudayız.
Konu komşu hep yanlış işler peşinde,astlar aptal veya kaytarma peşinde, üstler hak etmeden yer edinmiş, aşklar hep asmalı konak tadında. Seçenekler şöyle Hep acındırma (kurban) ya da hep kurtarma(kahraman) ya da senin aklını alırım tutumuyla ZORBAyız hepimiz. Kurtarıcı- kurban-zorba üçgeninden dönmekten aldığımız hazzı hiçbir şeyden almıyoruz.
Çevremize bir bakalım. Hep birşeylere atarlı/giderliyiz.
Bundan 5 sene önce ekip arkadaşlarımdan birinden duyduğum bir laf var. Bazı insanlar için “bokuyla kavga eden” diye kullanılan bir tabir varmış. Duyduğumda da iyi gülmüştüm, halen tespitin yerindeliği karşısında düğmelerimi ilikler; saygı duruşuna geçerim.
Tabii ki sorsan; mangalda kül bırakmayız hiçbirimiz. Aaaaa tabi ayıplamıyorum ama bık bık bık da yapmış.he yavrum he; ayıplamıyoruz. Hepimiz birer adalet timsaliyiz, dedikodudan hiç mi hiç hazzetmeyiz. Hele hele birilerine göz yaşı akıttıracak kadar zorba da değiliz hiç birimiz.
Bugün ne konuşsak, kimi gömsek diye mevzuu aratmadıkları için kimseye müteşekkir de değiliz.
Evet canım. Aynen öyle herbirimiz sütten çıkmış ak kaşığız.
Oynamayalım lütfen. Kabul edelim ki trajediden, dramdan besleniyoruz.
Oynamayalım lütfen. Bugün bedava kına dağıtsam, kimse “kınanın modası geçti bebeğim, almıyim ben MERSİ ŞEKERİM” demez.Yakacağımız yer görünürde olmadığından dert etmeyiz hiçbirimiz. O dramın yüzü suyu hürmetine; bu trajedinin vehametine, bir sağ lopa, bir sol lopa yakı yakı veririz.
Oynamayalım, birbirimizi kandırmayalım.
Yakmayın yaktırtmayın dostlar

Unicorn Görmüş Barbie Mutluluğu

Unicorn Görmüş Barbie Mutluluğu

Havalar ısınınca, sahillere havuzlara akın edenlere hayat kurtaran önerilerim olacak.
Değil tabii…  Yine de yazdım işte.

1) Sevgili ıstakoz bünyeli arkadaşlar! Güneş kremi ‘MUSKA’ gibi birşey değil. Öyle posta pulu kadar sırtına-böğrüne sürünce tüm gün korumuyor. Sonra, koruyucu krem sürmüştüm, niye böyle ciğer gibi oldum deme.

Bu ıstakoz grubu insan tipi, erkekler arasında daha yaygındır. Size bir sır veriyorum beyler. Hani hanımlar krem sürerken seksi göründüğü için yapıyorlar sanıyorsunuz ya. Üzgünüm ama değil. Güneş banyosunu sevdiğimiz kadar kendimizi de seviyoruz da ondan. Korunuyoruz yani. Sen, kremlenmeden ya da muska boyutunda boynuna bir damla sürmekle yetinip güneşe meydan okuyan delikanlı arkadaşım! Akşam sırtına böğrüne yatak yastık dokundukça sen ıhlarken biz ‘unicorn görmüş Barbie mutluluğu’nu yansıtan bir gülümseme ile uyuyoruz. Siz de yapın. Sevin ve koruyun kendinizi. Kendini sevmeyeni başkası neden sevsin?

Yine de diyorsan ki ‘illa ben bir damlasıyla koca bir günü geçireceğim’ o zaman sana önerim cidden bir oku üfle önce. Belki nefesin kuvvetlidir. Bildiğin üç beş de sure ayet varsa, dene şansını.

2) İkinci kıyağımı kendisi değil cüzdanı yananlara yapıyorum. Diyelim ki tatil beldesine gittin. Baktın çocuğa oyuncak almamışsın. Geçmiş olsun. Cüzdanında açılacak boşluğun boyutu, tatil beldesinde muhtemelen 5 katı fiyata alacağın oyuncağın boyutundan fazla olacak. Aldın kendini kötü hissediyorsun, peki ne yapacağız? Kendimden örnek veriyorum. Çapı 5 cm olan minicik bir topa usd üzerinden para ödeyip kendimi aptal yerine konulmuş hissettiğimde şöyle yaptım. CD üzerine yazmak için kullanılan, silinmeyen kalemlerden biriyle topun üzerine güzel bir Ronaldo imzası çaktım. Sonra da o topla, hayatım boyunca oynamadığın kadar oynadım. % 100 Türk Markasının altında Ronaldo yazıyor. Olsun! Pişman değilim böyle kendimi daha iyi hissettim.

Herkese bol D vitaminli günler dostlar.

Seni Seçtik Pikaçu

Seni Seçtik Pikaçu

Hadi oynayalım biraz. 3 Dilek hakkı veren cin bizim karşımıza çıktı. Gerçekten çok fazla şeyi değiştirir miydik hayatımızda? Yoksa konformist yaklaşımla yine bildiğimiz yolda mı ilerlerdik?

Sayın Kaptan’a hayattaki seçimlerimiz bizim seçimlerimiz mi konusunda paylaşımlara söz verdim. Kendisinin de katkıları olacak, beklentim yüksek:) İtirazlarını çatır çatır yazıp, beni ters köşeye düşüreceğini bile bile riske girdim. Sizlerin de katılımı olursa tadından yenmez.
Başlamadan önce kısacık bir paragrafı paylaşacağım ki heveslendiğim küçük oyunu beraber oynayabilelim. Irvin D. Yalom’un “Nietzsche Ağladığında” kitabında Dr. Breuer’in Nietzsche ile yaptığı görüşmelerden birinde verdiği bir örnekle başlayalım. Önemli entellektüel karakterlerin bir araya getirildiği romanın, o bölümünü hatırlayalım, sonra sahne hepimizin.
[Dr Breuer Nietzsche’ye der ki “geçen gün tam da bir romana konu olacak bir hikaye geldi aklıma. Keşke yazabilsem! Şunu bir düşünün: Tatmin olmadığı bir yaşam süren orta yaşlı bir adamın karşısına bir cin çıkıverir ve ona yeniden başlama fırsatı verir; üstelik bir önceki yaşamında yaptıklarını olduğu gibi hatırlayabilecektir de. Tabii, adam bu fırsatın üstüne atlar. Ama sonunda şaşkınlık ve korkuyla ifade eder ki eski yaşamının tıpkısını yaşamaktadır; aynı seçimleri yapmakta, aynı yanlışları tekrarlamakta ve aynı sahte hedeflere ve Tanrılara sarılmaktadır.” ] (Nietzsche Ağladığında- Irvin D. Yalom)
Bu hikayede benim en önemli bulduğum kısım önceki yaşamımızın tamamını hatırlıyor olacağımız. Hadi oynayalım. Bu şartlarla cin bizim karşımıza çıktı. Gerçekten çok fazla şeyi değiştirir miydik hayatımızda? Ölümler, hastalıkları kastetmiyorum. Bazı oluşları değiştiremeyiz ama mücadele şeklimizi gerçekten değiştirir miydik? Yoksa konformist yaklaşımla yine bildiğimiz yolda mı ilerlerdik. Ben bazı örnekleri paylaştım. Elbette konu uzun. Sadece aklıma gelen birkaç örnekten fikrimi açıkladım. Seçimlerimizi biz yapıyoruz. Hepimiz, “Seni Seçtim Pikaçuuuu” diye haykırıyoruz.
Yorumları, itirazları, başka başka örnekleri yorumlara yazarsanız daha da keyifli olur.
1) Hep ben kurban, ailem çevrem beni harcadı ağlaklığı: Ama ben seçmedim … yı ailem/çevrem yönlendirdi dediğimiz, kendimizi temize çekme savlarımızı düşünelim. Şahsi fikrim, seçimler yine bize ait. Neden mi? Çevresine ailesine rağmen sıyrılmış, farklı yönler çizmiş nice insan var. Başaranlar başarı hikayesi olarak sosyal medyada paylaşımlarla alkış alırken daha yolun başında olan ve belki de şu an bile çevremizde olan kişileri aynı şekilde alkışlamıyoruz. Sürüden ayrılan birçok kişiyi “bu kadar da aykırılık olmaz” diye günlük gıybet kotasına malzeme yapıyoruz. Neden? Sürüye uyup konformist seçim yapmadıkları için. Kısacası ailemiz çevremiz bizi yalnız bırakmasın diye yine seçimi yapan bizleriz. Kısacası seçim bir başka seçimi daha gerektiriyorsa o cesareti gösteremiyoruz. (Bu kadar yazacağıma sadece bu cümleyi yazsam daha kısa ve öz olacaktı ama malum, duramıyorum:) )
2) Melankoliden beslenme psikolojisi. Bunu okuyunca hepimiz olumsuz bir mana yüklemesi yapıyoruz. Teoride zehir gibiyiz yani. Lakin yaşarken uygulamada nedense aynı tavrı sergileyemiyoruz. Hep bir pişmanlık, eskiye olan özlem, şimdi olsa … yaparım gibi beylik laflar. Ah ah o yıllarda bıdı bıdı lakırtıları. Ya bırak. Anda kal.
– Onu tanıdığım güne lanet olsun. Hadi ya? Niye ki? Orda onu tanımasaydın sonrakinin kıymetini nasıl anlayacaktın acaba?
– Şimdiki aklım olsa …… mesleğini seçerdim. Yeterince istememişsin demek ki. Seçseydin. Ya da hala seçebilirsin. Dr Breuer mesela. Keşke yazabilsem diyor. Yazmaması için bir sebep yok. Karşısındaki adam, okuyucusu o dönemde olmamasına rağmen kitaplar yazmaktan vazgeçmeyen ve o dönemde anlaşılmayacağını bile bile bunu yapmaya devam eden Nietzsche.
Uzatıyorum yine ama hep geç kaldım yoksa fikirler zehir bende diyoruz yani. Yok öyle kaçamak. Seç işte. Şu dakikadan sonrasının sorumluluğunu al ya da sızlanma.

3) “Ekipte vizyon yok” İş hayatından en sevdiğim örnekler arasındadır. -Ben seçtim hedeflerimi de ekipte o vizyon yok. Ekip hayal gücünden yoksun. O yok; bu yok.- Bak bunu hepimiz yapıyoruz. Peki buna neye itiraz ettin diyeceksiniz. Ederim elbette. İş hayatının önemli kurallarından biri de kaynakların kullanımı değil mi? Kısacası kaynaklarını tanımak, gerekiyorsa arttırmak geliştirmek ve verimli kullanmaktır mevzuu. İnsan kaynağın uygun değilse
– Yanlış kaynaklara yatırım yapıyorsun.
– Yanlış hedefler peşindesin.
– Kaynakları ben yaratmıyorum, yönetim veriyor diyorsak ne olacak peki? O zaman vizyonsuzlarrrr, eziklerrrr diye ekibini yerden yere vuracağına “ekibimin nitelikleri bunlar. Verimli çalışacakları hedefler bunlar. Bu hedefi de istiyorum bana bunlar için kaynak bütçesi ver. Vermiyorsan bu mevzuyu burda kapatalım kuzum. Yoksa her hafta 1 saati burada ekibi gömüp sızlanmaya harcamayalım.” deme cesaretini göstersek nasıl olur?

Kısacası sızlanmaktan vazgeçmeyi öğrenebilsek, insanoğlu olarak daha huzurlu olurduk. Bak okurken bile bir oh çekmedin mi?

Sızlanmak, ruha takılan prangadır.

Ruhu, zihni ve bedeni ağırlaştırır. Bataklıkta çırpınmaya benzer. Sızlandıkça dibe batarsın. Sızlanma! Varsa yapacağın bir şey yap, yoksa oku kendine bir Fatiha, en dibine bat gitsin.
Konu uzun da ben kendi fikrimi paylaştım. Sıra sizde sevgili okurlar. Hadi bakalım oynayalım. Cin çıktı. Yeniden başladın, her şeyi de hatırlıyorsun. Yeniden yaşıyorsun. 

Sence sonuç ne olurdu?

Projenin Hası, Kadının Ütopyası

Projenin Hası, Kadının Ütopyası

Daha önce yazmıştım. Yine tekrarlamak istedim. Malum, sayımız artıyor ama belki geriye dönük yazılarımdan okumamış olduklarınız vardır (duymamış olayım! Evlerden ırak) diye geri dönüşüm yapayım istedim.

Bence biz boşuna yanlış yerlere yatırım yapıyoruz ülke olarak. Ben çözdüm bile. Türk Dil Kurumu meseleye el atacak arkadaş. Vursun masaya yumruğu (alışığız biz millet olarak).
Sevgili TDK, diyecek ki bundan kelli cümlelere Kadın veya Erkek gibi ayrımcılığı destekleyen, özendiren, etiketleyen özneler koyulması yasaklanmıştır. Kanuna karşı gelen, bu cümleleri kuran, kurduran, azmettiren ya da özendiren kişi ve kişiler hakkında bilmem kaçın bilmem kaçıncı bendi uyarınca temyiz hakkı da bulunmaksızın, taksim meydanında sallandırılmak suretiyle cezai işlem uygulanacaktır.
Yaaa işte bu. Sözde ayrımcılığı bitirirsen özde de bitecek. Ayrımcılığın bittiği, herkesin birbirine insan olarak baktığı yerde de muhteşem sonuçlar bizi bekliyor olacak.
Devrin projesine imza attım şu an, haberin yok. Şimdi gülüyorsun bıyık altından. Ucu nerelere dokunuyor hayal edemiyorsun da ondan. Proje çıktıları şöyle olacak:
1)Turizm gelirin artacak . Daha az turist taciz olursa daha çok turist gelir. Yoksa sen sanıyor musun elin manken İsveçlisi bayılıyor onca yolu gelip, sana kalçasını elletmeye.
2) Töre cinayetlerinde azalma olur. Mevcut durumumuzda dayı kızı öldürülüyor ya amcaoğlu da aynı töreye tabii olacak. Baktı diyelim Muhtarın kızına yan gözle, vurulma riski var. Tabii bu töre işi yavaş yavaş rafa kalkacak. Bilir Anadolu erkeği işini. Sen merak etme.
3) Tecavüzler azalır. Mahkemeler rahatlar. Sokakta birbirine bakanlar erkek kadın değil insan olarak görürse, ilk izlenimde kıkırdaksı yapılarda gereksiz hareketlenmeler yaşanmaz. Çok isterse sorar alır cevabını. Zorla bir gasp oranı daha düşük olur. Yoksa mevcut durumda saçı uzun olan her canlı bir potansiyel olarak görülüyor. Sonra okuyoruz 3. Sayfalarda keçiler, koyunlar filan… Yani saçı geçip kıla,tüye,yüne bile yürünüyor. Sıfırlanır demiyorum oran. Sonra yaptık olmadı demeyin. Ama azalacak vallahi dene gör.
4) İş yerinde ayrımcılık azalacak. Çünkü ilanlarda bay/bayan ayrımı koyamayacaklar ya. Süper değil mi? Hemen değil ama ayrım bittikten bir süre sonra yavaş yavaş aynı işi yapan farklı cinsler arasındaki parasal adaletsizlik de son bulacak. Cinsiyetler arası ayrım kalktığından, erkek yoğun iş yerlerinde mevcut durumda her pazartesi dönen spor, çapkınlık, küfür sohbetlerine ayar gelecek. Patron mutlu olacak. Kalkındırıyorum sizi, haberiniz yok.
5) Evlerde romantizm ve elbette akabinde erotizm artacak. Çünkü ‘erkek adam zırt pırt seviyorum demez’ tarihe karışacak. Erkek okuyucular kızdı şu an bana. Dur bak sana da faydası var, bekle biraz sabır. Ben adaletli insanım. ‘Kadın dediğin çok istekli olmayacak’ klişesi de rafa kalkacak. Düşünsene; seni isteyen ve istediğini belli etmekten utanmayan bir kadınla erotizm daha keyifli değil mi? Hayır istemem diyen varsa Allah Mesut etsin. Ayrıca bildiğim iyi donmuş balık satıcıları var. Adreslerini özelden istersen yazarım. Bu da sana kıyağım olsun.
Bu maddede bir not düşeyim. Benden günah gitsin. Kuru sıkı sevişin arkadaş. Korunun yani. Sonra bir de nüfus planlaması projesi ortaya koymak için kafa patlatmayayım. Uğraştırmayın beni.
6) Emlak sektörü patlayacak. Yaaaa buralara nasıl geldik? Kafa 1500 oldu değil mi?
Haha….Benim kadar geniş bak dostum resme. Bir düşün erkek öğrenciye verilemeyen evler tarih olacak. Şu an öğrenci yurtlarının nüfusunu da rahatlattım, Allahım ne analitik insanım:)
7) Garson Emekçiler Derneği bana plaket verecek. Efenim? Niye güldün, yine dar düşünüyorsun. Evet inanmazsan inanma. Yapsın TDK düzenlemeyi bak gör. O plaketi almazsam neyim. Restaurantta kadın sipariş vermez, erkeği sözcü kullanır klişesi de ortadan kalkınca alacağım o plaketi. Sen sanıyor musun o garson kardeşim bayılıyor erkeğin havada şıklattığı anahtar sözcükler ‘şefim bakar’ mısınla ayağına çağrılmayı. Sen hiç gördün mü bu hareketi yapan dişi? (Ben bir tane gördüm kendisiyle artık görüşmüyorum) Düşün şimdi bu hareketle gidiyorsun masaya. Genelde bir elinde menü olur sipariş veren şahsiyetin diğer el istemsiz göbekte dairesel hareketler çizer. Hoş mu şimdi yani? Bence değil. Neden? Çünkü bilinçaltı öyle kodlanmış ya, olduğundan daha testosteron sahibi görünme çabalarıdır bunlar. Ben bu motivasyonla oturduğu halinden daha kıllı masadan kalkan adam gördüm. Beyin gücüyle hormon seviyesini arttıranlar var aramızda, düşün sen adamlardaki motivasyonu. Halbuki böyle zorlama olmasa, dişi kişilik de siparişini verebilse ne hoş olur. Genelde uzaktan bir parmak diğeri yanında hafif bükük hafif havaya kalkar, göz teması kurulur. Ama sınıfta parmak kaldırır gibi değil. O sebepten orta parmak da hafif kırık işaret parmağın yanına konur. Öyle omuz boyunu da geçmez parmağın hizası. Bağırmak filan yok. Göz teması ve dudaklardan okunacak bir pardon veya bakar mısınız yeterlidir. Şimdi koy kendini garson karakterin yerine, hangisi daha hoş? Hangisinin verdiği siparişi unutmazsın? Yaaaaaaa. Aydınlandın değil mi? Şu an restaurantlarda da çalışan motivasyonunu arttırdım. Helal bana…

Listem daha uzun yaptım fizibilitesini. Ne var yani iki özne değişecek ama bak hayatımızda neler değişecek. Gri hücrelerim çalışıyor ama tüm proje detaylarımı burada paylaşıp çalınma riski yaratmak istemiyorum. Biri fikrimi almaya gelirse seve seve paylaşacağım. Daha çoooook akla zarar projelerim var.
Biri akıl etsin de bir dahaki seçimde beni aday göstersin. (Tabii seçme ve seçilme hakkının devam etttiğini varsayıyorum, saflık işte benimki. Ne Polyanna şahsiyetim haha kendime güldüm). Ya da aday göstermeyecekseniz en azından biriniz change.orgda bir imza kampanyası başlatsın. TDK kadın erkek diye başlayan cümleleri zinhar kabul etmesin diye bir kampanya uyar bana.
Ne diyorsun olmaz mı? İnsanlık yetmez, illa işeme ve üreme uzuvlarını da dahil eden öznelerle devam edeceğim diyorsan sana son kıyaklarım. Al buyur burdan yak.
“Kadın hayır derse belki demek, belki derse evet anla.” (Kız evladın varsa huylandın mı? Huylan zaten)
“Anasının kuzusu adam ya….” (e çocuğa bakmak sadece annenin görevi olursa öyle olacak elbette ne bekliyordun?)
“Kadın olsaydı abicim. Çekmiş altına eşofman üstünde bir kirli tshirt sonra e niye aldatıldım?” (e ev süpürürken, evye ciflerken Victorias Secret’a mı bağlayacaktı. Al bakalım eline o tuvalet fırçasını da seksapelini görelim koçum)
“Buz gibi kadın. O ne öyle ölü balık gibi. Avrupalı öyle mi ya?” (E ılık olunca da yollu oluyor abicim. Nasıl olacak o ayar. Bir de kıskançlık var serde. Ulen başkasına da ılımasın hatun diye düşünüp dünyayı dar etmiyor mu çoğu? Önce sen ne istediğine karar ver netleş sonra görüşelim) Bu tip acımasızlığı hemcinslerimiz daha fazla yapıyor ayrıca. Bakımlıysan aşüfte, değilsen pasaklı, güler yüzlüysen mavi boncuk dağıtan, beğendiğin oranda dekolte giyiyor ama partnerine sadıksan ‘gösterip de vermeyen’ oluyorsun.
Ne oldu terbiyesiz mi dedin bana? İnan bana senden daha fazla terbiyesiz değilim. Sadece gerçeklerle yüzleştiriyorum seni.
Yine de iki seçenek var önünde. Ya gel bir imza kampanyası başlat önce sözde sonra özde ayrımcılık bitsin, ya da sen iyisi mi eski düzen 3 maymuna devam et.
Asrın projesini ve bu haftalık yazımı burada sonlandırırken erkeklerin ellerini sıkar, bayanların omuzlarından sarılıp yanaklarından öperim… Haha değil tabii ki. Kadınıyla erkeğiyle hepinizi öpüyorum yanacıklarınızdan. Yalnız sakal traşı olmamışlar bir adım geri dursun:)

Zamansız Hiyeroglif Sevgisi

Zamansız Hiyeroglif Sevgisi

Zamanında integral işaretini görüp, anlayıp, hatta çözebilen bu bünye şimdi “ < 3 ” ifadelerini görüp,- matematik ifadesi değilse ne ola ki acep- diye düşününce; anladım ki yaş geçmiş.

Bilenler vardır, ama benim gibi bilmeyip utandığından soramayanlar için yazayım. ” < 3 ” “Kalp” demekmiş. Peh peh peh…

Bir de kafanı yan çevirip bakacakmışsın ki göresin kalp şeklini. Hiyeroglif sevdalısı canım arkadaşım(!) Kafamı o açıyla çevirmek için boyun bölgeme cerrahi müdahale lazım. Onun yerine gel, ben sana açık kalp ameliyatı yapayım. Kanlı canlı göreyim kalbini. Bana niye eziyet ediyorsunuz?
Bak bir de bu var “ < / 3 ” Yaaa… yaktın değil mi diplomayı? Yak tabi, bu da kırık kalpmiş.
Ben mi? Hayır, bunun için yakmadım diplomayı. Çay makinesi neden çalışmıyor diye sağını solunu dakikalarca kurcaladıktan sonra, sevgili arkadaşımın “fişini taksan!” uyarısıyla kendime gelince dün yakmıştım onu. Olsun, mühim değil. Nasıl olsa artık diploma zorunluluğu yok:) (bak mesajsız yazı demeyesin, verdim işte al)

Fonksiyonsuz Mutluluk Çubuğu

Fonksiyonsuz Mutluluk Çubuğu

İtiraf edelim, kaset sardığında kurşun kalemi sokup, karışan-sıkışan kısmı düzelttiğimizde aldığımız hazzı hiçbir yeni teknoloji vermiyor. Kalem döndükçe çıkan dırrrt gırrrt sesler; gam tasa ne varsa alır götürürdü.

Uzay mekiğinde arıza olmuş, tüm dünya nefesini tutmuş seni izlerken, kahraman bünyenle çok hassas bir malzemede muazzam tamirat yapmışsın hissi verirdi. “Benim ve kurşun kalemim için küçük; müzik dünyası için büyük bir adım” cümlesi eşliğinde ödül aldığın görüntüler hayal etmez miydin?

Bu haz, hangi uygulamada, teknolojik icatta var?

Şimdi USB bellekler var. Ona da uyuzum. Her şeyden önce yanlış isim vermişler. Bence mutluluk çubuğu diyebilirlermiş. Bir akıl danışsalar, paylaşırdım muhteşem fikirlerimi.
Hayır, isminde saçmaladınız; bari kalem sokup sürece dahil olabileceğim bir fonksiyonu olsaydı hiç olmazsa! O da yok.
Sonra diyorlar ki- bizim millet teknolojiyi kullanamıyor. Arkadaş, senin icatların can sıkıcıysa biz ne yapalım?
Arabanın kopan kayışı yerine naylon çorap takan bünyeye sen akıllı teknolojiyi verince hayatın tadı kaçıyor. Fayansların arasındaki derz dolguyu fazla beyaz almışım deyip dolgu malzemesinin rengini demleme çay ilavesiyle koyulaştıran benim gibi garibanlara reva mı bu?
Takalım çalışmasın. Bir vuralım, iki üfleyelim, olmadı tornavida müdahalesi yapalım kuzum. Yaratıcılığımızı almayın elimizden.

Saygılarımla arz ederim

Önlüğüm Tarz, Tıbbi Müdahale Farz

Önlüğüm Tarz, Tıbbi Müdahale Farz

Üniversitede önlükle girdiğimiz laboratuvar derslerimiz vardı. Alt tarafı büretten damla damla birtakım kimyasalları başka kimyasalların üstüne akıtıp, renk dönüşümü gözlemlesek de, alkış kıyamet kendimizi kutlardık. Kantinde de önlüklerimizi çıkarmadan oturur, uzaklara dalar ve sektörde çığır açacak buluşlar yapacağımızı hayal ederdik.
Bendeki beyaz önlük motivasyonu hala aynı seviyededir.

Bundan birkaç sene önce babam hastanedeyken yanında refakatçi kaldım. Her sabah yapılan klasik anons geldi. “Refakatçiler odaları terk etsin, doktorlarımız viziteye çıkıp hastaları görecekler”
Çıkmak üzere odanın kapısını açtım ki, doktorla burun buruna geldik. “A pardon hocam şimdi çıkıyorum” derken, Doktor tok sesiyle “Kal! Gitme. Bana yardım lazım” dedi.
Sırf adam beyaz önlük giyiyor diye, iki cümleyle bende cerrahi motivasyon sağladı. Hocam ben ne anlarım demek nedense hiç aklıma gelmedi, “peki” dedim.

Elindeki Bond çantayı masanın üstüne koyunca huylandım aslında. Tamam önlüğü var da, Bond çanta ne alaka? Yine de önlüklü işte. Benim için diplomadan daha sağlam bir delil.

Çantadan ameliyat malzemesi çıksa, dese ki “Çekirge! Ben yorulunca sen devam edeceksin dikişlere.”, Asker selamı çakıp -bittabii sayın hocam!- diyeceğim. Adanmışlık seviyemi hayal et artık.
Hocanın önlüğü, bana üniversite yıllarımdaki motivasyonu geri getirdi. Gıda sektöründe henüz çığır açamamıştım ama tıpta şansımı denemek için geç sayılmazdı. Madem hoca da bende o ışığı gördü, kesinlikle bu fırsatı değerlendirmeliydim.
Bond çanta açıldı. İçinden böyle simsiyah örtüyü görüyorum. “Oturtalım beyefendiyi sandalyeye” deyince dedim bu işte bir gariplik var. Nasıl bir uykusuzluk ve akıl tutulması yaşıyorsam o an; benden yardım istemesine değil de örtünün yeşil olmayışına ve müdahaleyi sandalyede yapacak olmamıza takılıyorum.
O sırada kapı açıldı. Her gün gelen, güler yüzlü ve karizmatik doktorumuz ile arkasındaki suratsız ekibini gördüm. Karizma doktorumuz “Günaydın Ahmet, kolay gelsin. Sen bitir operasyonunu da biz sonra görelim hastamızı.” dediğinde duruma uyandım. Önlük, hastane berberinin önlüğü. Moral olsun diye Saç sakal tıraş olsun diye rica etmiştik. Devlet hastanesi olunca berberin önlüğü de doktor eskisi oluyor tabii.

Filmlerde kaçaklar kıyafet değiştiriyor da millet doktor sanıyor hani. Hadi leyn bunu nasıl yutuyorlar diyoruz ya. Demeyelim. Beyaz önlük varsa ve hastanedeysen yutuluyor kuzum.